Edip Yüksel
(Kitap Okumanın Zararları adlı kitabımdan, 1988)
Yoktun.
Yüz sene önce, bin sene, yüzbin
sene, milyon bin sene önce yoktun. Yok olduğunu da bilmiyordun, çünkü
sen yoktun. Hiç bir insan da senin “yok” olduğunu bilemezdi. Hatta senin
yokluğun o zamanlar söz konusu bile olamazdı. Sen yoktun ki yokluğun
veya varlığın sözkonusu olsun.
Doğdun.
Daha doğrusu, belli bir zamanda ve
belli bir mekanda doğan bir çocuk “sen” oldu. Sen kimdin? Sen seni daha
bilmiyordun. Sadece bir cıyaklıyor, bir uyukluyordun. Erkek mi kız mı
olacağını sen belirlememiştin. Doğduğun tarih ve yer sana sorulmamıştı.
Kaç yüzbin sene önce Habeşistandaki bir mağarada doğabilir miydin?
Babil’in asma bahçelerini sulayan bir bekçinin oğlu, yahut Fenikeli bir
çömlek tüccarının torunu olabilir miydin? 2279 yılının kıyamete yakın
aylarında, Karadenizin ortasında 15 milyonluk bir deniz kentindeki
mütevazi bir gökdelenin 87. katında dünyaya merhaba diyebilir miydin?
Babanı ve anneni sen seçmemiştin.
Onlar da seni seçmemişti. Doğduğunda görüp tanıdılar seni. Sen de
seneler sonra tanıdın onları. Zengin çocuğu mu, yoksa fakir çocuğu mu
olacağın önemliydi, ama bu da senin elinde değildi.
Doğdun.
Üstelik bir insan olarak doğdun.
Hani bir tarla faresi olarak da varlık alemine doğabilirdin. Yahut
kapkara bir hamam böceği, yahut ta sevimli bir kertenkele… Bunlardan
hiçbiri olarak doğmadığın kesin. Neden doğdun, niçin şu zamanda bu
mekanda, filancanın çocuğu, falancanın kardeşi oldun? Neden kertenkele
oldun veya olmadın? Tüm bu sorular, sorsan da sormasan da seninle
beraber doğmuş oluyor. Soruları düşünmemek soruları öldürmez ki…
Sorunları çözmemek sorunları ortadan kaldırmaz ki…
Şöyle veya böyle niçin doğduğunu merak etmeden yaşadın, yaşadın.
Büyüdün.
Okudun veya okumadın, köylü veya
şehirli oldun, evlendin veya evlenmedin. Belki korkak, belki cesur
oldun. Belki zeki, belki kalınkafalı oldun. Belki pazarda hammal,belki
kasabada kaymakam oldun. Belki belediyede memur, belki başbakan oldun.
Belki hırsız, belki gardiyan oldun.
Büyüdün ve mutlaka bir şeyler oldun.
Belki çoluk çocukla oyalandın, belki
sokak sokak aval aval dolandın, belki her gün milyonlarca lira
kazandın, belki üç beş kuruş için çırpındın, paralandın. Belki
kitapların arasında geceledin, belki de içki masasında sabahladın. Belki
kuş gibi süzüldün, belki yılan gibi süründün.
Oyalandın yahut dolandın, kazandın
yahut paralandın, geceledin yahut sabahladın, süzüldün yahut süründün.
Ama herkes gibi dünyayla birlikte güneşin etrafında bedavadan birkaç tur
attın. Belki yirmi, belki otuz tur. Belki altmış, belki yetmiş tur… Ve
sen iyi bilirsin ki bu yolculuğu ilanihaye sürdüren yoktur.
Son istasyona yaklaştın.
İnişe geçtiğinin farkındasın.
Turların sayısına paralel olarak ortaya çıkan incecik fenerler, sana son
istasyonu hatırlatırlar beyaz beyaz… İlk başta görmemezlikten gelirsin
bu uğursuz trafik işaretlerini. Hatta dayanamayıp sökersin yerinden bir
kaç tanesini… Ancak gün gelir sökmekle başedemezsin, siyaha, yahut
kumrala boyamaya çalışırsın.
Beyaz beyaz alevlenen sadece
saçların değildir. Tüm vücudun için için yanmaktadır. Vücudunda
başgösteren arızalar gün gelir tamir edilemez olur. Tamirciler, sana
sahte umutlar verirler… Kesip biçer, söküp takıştırırlar.
Nihayet, beklemediğin gün gelir.
Halbuki hayatın boyunca hep
beklemiştin. Büyümeyi, okul bitirmeyi, başarılı olmayı, iş güç sahibi
olmayı, evlenmeyi, çoluk çocuk sahibi olmayı, çocuklarının büyümesini,
okul bitirmesini başarılı olmasını… Hep beklemiştin, önce kendin için,
sonra çocukların için! Daha uzun yaşadıysan bu sefer aynı şeyleri
torunların için… Ama hep bekledin. Bir beklediğin gerçekleşince başka
bir şeyleri bekledin… Beklemekle geçti hayatın…
Çok gariptir ki yüzde yüz
karşılaşacağını bildiğin şeyi hiç beklemedin. Düşünmek bile istemedin.
Son istasyona yaklaştığını hissettikçe trene daha bir yapıştın. Kiradaki
evlerine ve dükkanlarına zam üstüne zam yaptın. Bankadaki paralarını
daha da çoğaltmanın hırsıyla geceleri uykunu kaçırdın. Yoksullara
yardımı düşünmedin. Bazan üç beş kuruşu yahut eskimiş bir elbiseyi
verdinse de minnet ettin. Yoksulu küçük gördün, kendini yücelttin.
Son istasyona varan arkadaşlarının
ve akrabalarının gidişini hüzünle seyrettin. Arada bir bu ayrılışlar
olmasa son istasyonu aklına hiç getirmeyecektin… Trenin son düdüğünü
çalacağı günün korkusuyla komplekslere girdin. Bunaldın, çevrendekileri
bunalttın.
Sonunda herkes gibi ÖLDÜN
Niçin doğduğunu, nereden gelip
nereye gittiğini, hayatın gerçek amacını, ölümün anlamını ve ölümden
sonrasını merak etmeden bu dünyaya gelip gittin. Hamam böceği,
kertenkele ve evinde beslediğin minnoş kedi de yaşamları boyunca bunları
merak etmediler.
Senin onlara, yahut onların sana hayli benzediğini söylesem bunun sebebini de merak etmezsin sanırım!