Halk her şeyi bilir mi? Maalesef, bilmez, bilemez.
Halkın bilmesi için, bilinç sahibi olması lazım, yani eğitilmeli...
Halkın bilmesi için, refah dolu bir yaşama sahip olması lazım.
Halkın bilmesi için, duyarlı bir anlayışa sahip olması lazım.
Halkın bilmesi için, revaçta olan sorgulamak olmalı, inanmak değil.
Bu saydığım özelliklere sahip olamayan halklara karşı, 'Halk çok iyi
bilir,' 'Halk şöyledir, böyledir' diye diye göklere çıkartılmamalı,
'Demokrasi gereği' deyip, böyle halkların seçtiği temsilcilere tüm
haklar verilmemeli. Mutlaka, ama mutlaka, Yasama-Yürütme-Yargı organları
birbirinden ayrı ve bağımsız olmalıdır.
Bizim halkımızın durumuna bakarsak,
Bilinç sahibi olduğumuzu söyleyebilmek pek mümkün değil. Ne gazete
okuruz, ne de kitap... Eğitim işini ise, diploma sahibi olmak olarak
anlarız.
Refah dolu bir yaşama sahip olduğumuzu söyleyebilmek hele
hiç mümkün değil. Ekonomik gelişimde 17'nci sırada olup, insani
gelişimde 83'ncü sırada olmak, refahtaki adaletsizliği gösterebilmek
için yeterli gelecektir sanırım.
Kültürel anlamda duyarlılık sahibi
olduğumuz kesindir; ama diğer alanlarda maalesef. 'Bana dokunmayan yılan
bin yıl yaşasın' düsturunu iliklerimizde yaşatırız.
Çocuklukta
öğrendiklerini büyüyünce kaç kişi sorgulayabilir? Sen, ben, bir avuç
kişi... Bir maalesef daha ki, inanmak, sorgulamaktan daha kolay geliyor
halkımız için.
Halkımız bilebilmek için sınıfta kaldığına göre, 'Halk iyi bilir, şöyle bilir, böyle bilir' palavralarına gerek yoktur o zaman.
Köy enstitülerinin fikir babalarından İbrahim Hakkı Tonguç, 1955 yılında demokrasimizi şöyle tanımlamış:
''Köylü eğitilmeden, işçiye iş verilmeden, herkesin toprağı
olmadan Demokrasi gelmez, iki tür demokrasi vardır, gerçek
demokrasi için halk sıkı bir eğitimden geçirilir, biz ise
Amerikan Demokrasisini seçtik, bir sandığa kağıt attık adı
Demokrasi oldu."
Özdemir Asaf'ın da şöyle bir aforizması vardır:
"Aptal politikacı 'Siz isterseniz neler yaparsınız' der milletine, uyutur.
Akıllı politikacı 'Bilseniz neler yaparsınız' dur ulusuna, uyandırır."
Demokrasi tarihimizde milleti övenler, göklere çıkartanlar, millet kadar kendi cepleri de için çalışmayı ihmal etmemişlerdir.
'Yeter, söz milletindir' diyerek partisini iktidara taşıyan Adnan
Menderes'in 1945'te CHP'den neden ayrıldığı en açık ilk örnektir.
Millet iradesi demeyi diline pelesenk eden Erdoğan'ın, 17 Aralık 2013 tarihinden sonraki halleri buna açık bir örnektir.
Halkın büyük bir kısmı, 'Adamlar yiyor ama çalışıyorlar' anlayışındaysa,
bilince ne kadar uzak olduğumuz açıktır.
Ekonomik adaletsizlikte dünya dördüncüsü olduğumuz bariz olduğu halde,
geçmişle günümüzü kıyas edip haline şükreden bir halkın demokrasiden ne
kadar anlayacağı da meçhuldur.
Başbakan Erdoğan'ın hitabeti güçlü ve karizmatik bir lider olduğundan dolayı oy alıyorsa,
Kemal Kılıçdaroğlu'nun Alevi olması ona karşı peşin hüküm verenler varsa,
Devlet Bahçeli'nin konuşmalarını kağıttan okumasına bakıp, hakkında negatif düşünenler varsa,
PKK'nın neden doğduğunu bilmeyip, siyasi ayağı olan BDP'ye günahkar olarak bakanlar çoğunluktaysa, o ülkede demokrasi hala emekleme aşamasındadır.
Başkanlık sistemine geçmek gibi düşünceler var.
Başkanlık sistemi Türkiye için asla ve asla hayırlı değildir.
Türkiye demokrasiyi tam olarak sindirmiş bir Batı ülkesi değildir.
Türkiye'nin başkanlık sistemine geçmesi, diktatörlüğe doğru bir evrimleşmeyi beraberinde getirecektir.
Türkiye için en uygun sistem, şu an ki parlamenter sistemdir.
Yasama-Yürütme-Yargı güçleri mutlaka birbirinden ayrı ve bağımsız olmalıdır.
Şu anki iktidar partisine oy veren halka asla karşı değilim, bilakis onu anlamayıp, oy verenlere hakaret edenlere karşıyım.
Milleti bilmeyip, onu yere göğe sığdıramayanlara da karşıyım.
Gerçekler acıdır, maalesef!