Bu gece beynimi kendi haline bırakacağım.
Yokuş aşağı yuvarlanan bir bidon gibi hızla iniversin aşağılara.
Ham buğday başağı misali hep dik duracak değil ya. Öğrensin baş eğmeyi.
Ne zamandır İstiklal Marşı törenlerine katılmadım.
Hazır olda durmayalı çok oldu.
Gecekondumu yıkmaya gelen de yok ki, yıkım ekibini İstiklal Marşıyla karşılayayım.
Bahçeme büstümü koymayı da düşünmüyorum.
Alçıdan yapsam karda, yağmurda erir gider, hamurdan yapsam yemek yapmaktan üşendiğim bir gece dayanamayıp yerim.
Ampul değilim ki etrafıma ışık saçayım.
Klasik eğitimlerime eğitim katmadım ki, piramitsel bir ülkede. Cumhurbaşkanı da yapmazlar beni…
Babam öğretmen değil de cebi dolu bir tacir olsaydı, belki Avrupa’da yüksek lisansımı yapar, üç beş sene Paris’te sürtüp Türkiye’ye döner ve her ağzımı açtığımda “ Ben Paris’teyken….” Diye başlayan cümleler kurabilirdim.
Ya da aykırı sanatçı olabilmek adına kirli peçetelerini sergileyen dahi sanatçının yolundan gidip laik bir parti saflarında Din – Devlet – Takke – Mayo konularında saçmalayabilirdim.
Diz çöküp öğüt dinleyeceğim bir tarikat arayışına başladım.
Ama bana uygun bir dergâh bulamıyorum.
Bir kere kılık kıyafet zorunluluğu olmamalı.
Kendisini bildi bileli kılık, kıyafet dayatması yapan hergelelere karşı mücadele edip duran bu adamı kimse üniformalı bir disipline sokamaz ki.
Yahu ben ki sıkıntıdan kravat takamayıp gömlek yakaları hafif kabadayı tarzda açık dolaşan bir adamım, giremem tek tip entariler içine.
Nereye gitti o güzel geleneğin bozulmamış tarikatları?
Mercedes’li şeyhlerle kimyam uyuşmuyor ki benim.
Sanırım, yine tarikatsız kaldım.