• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/tabusalcom?ref=hl
  • https://twitter.com/tabusal
Hayat Milyarıncı Anda Başlıyor

Thomas Frey

Yapay zekâ ne zaman gerçek zekâ olacak? ve gerçek zekâyı nasıl tanımlıyoruz?

Bu soru yapay zekâ uzmanları ve teknoloji cemaatlerini uzun bir süredir meşgul eden ve “milyar an teorisine” yol açan sorudur. Teori şöyle.

Her günün her saniyesinde hayat-değiştirici anlar geçmektedir. Bu her dakikada 60 an ve her saat 3600 tane oluyor demek. Daha geniş bir ölçekte bakarsak her gün 86,400 kadar an gerçekleşiyor.

Zaman metronomu vurdukça bir milyarıncı saniyeye ulaşmamız 31,7 yılımızı alacak.

Yasal yetişkinliğe ulaştığımız yaş 21 iken 30’larda olgunluğumuz yeni bir seviyeye geliyor.

Malcolm Gladwell’in Aykırı Değerler Teorisindeki bir işte uzmanlaşmak için insanların 10,000 saatini (36 milyon saniye) yatırması gerektiği açıklamasına benzer bir biçimde bir milyar an bir makine beyninden başka bir şeye dönüşüm için gerektiği düşünülen öğrenme döngülerinin sayısına işaret ediyor.

Aslında eşitliğin organik insanoğlu cephesinde ilerleme metodik bir biçimde ilerlerken makinenin öğrenmesinde öğrenme döngüleri bunun çok daha küçük bir kısmına sığdırılabiliyor.

Bir karşılaştırma noktası olarak zekâ gereksiniminin satrançtan çok daha fazla olduğu ifade edilen Go oyununun üstadı Lee Sedol (33) ile Google’ın DeepMind programı AlphaGo arasındaki epik mücadeleyi yakından inceleyecek olursak Yapay Zekâ’nın insan zekâsı üstündeki muazzam hız avantajını anlamaya başlarız.

AlphaGo önce insanlar arasında yapılmış 30 milyon maçı inceledi, daha sonra da kendi kendine 30 milyon kadar maç oynayarak pratik yaptı. Bu durum 8 yaşında iken bu konudaki ciddi eğitimine başlayan ve ondan sonraki 25 yıl boyunca her gün 12 saat çalışan şampiyon üstad Lee Sedol’un konumundan çok farklı. Yani AlphaGo programı Lee’nin karşısına çıkmadan evvel Lee’den 500 kat kadar daha fazla pratik yapma imkânı bulmuş durumdadır.

Biz insanlar bu gibi konularda saniyenin bize çok kısa gelmesi ve milyar sayısının da kavrayamayacağımız kadar büyük olması dolayısıyla perspektifimizi kaybediyoruz. Ama aslında hikâyenin tamamı da bundan ibaret değil.

Soğanın kabuklarını soydukça şunu da görürüz. AlphaGo sadece bir tek işte iyidir. Araba kullanma, yemek pişirme, akıllı bir sohbete girme, bir kitap yazma, doğru ve yanlış arasındaki farkı bilme gibi şeyler için eğitilmemiştir. Belki bunları da öğrenebilir, ama öğreneceği her ilave iş onun açısından ilave bir yoğunlaşmış gayret gerektirecektir. 

İnsan Zekası vs Yapay Zekâ


 Biz insanlar bir milyar öğrenme anının ürünüyüz ama sadece bu değil. Konuşmayı, yürümeyi, acı ve rahatsızlıklardan kaçınmayı, dostluklar edinmeyi, yiyecek, barınak bulmayı ve diğer binlerce ayrıntılı hünerleri içgüdüsel olarak zaman içinde öğreniyoruz.

Bu hünerlerin hiçbiri tek başına bir milyar anlık değil ama var oluş gerçeğimizi ortaya çıkartan insani becerilerimiz iç içe geçmiş milyarlarca öğrenme parçasından oluşuyor. Ayrıca düşüncelerimizi revize etme, vites değiştirme, yaklaşım biçimimizi modifiye etme ve anlık uyarıya bağlı doğaçlama yapma yeteneklerine sahibiz.

İnsanî öğrenmelerimizin çoğunluğu fiziksel olarak yaptığımız şeylerden kaynaklanıyor. Koşturma, bulmaca parçalarını bir araya getirme, koklayarak yemeğin piştiğini algılama, kıyafetlerimizi uyumlandırma, arkadaşça muhabbetler yapma, bir şeyler inşa etme gibi işler hepsi yeni bir hüneri sergilemek üzere kas belleğimizin bilişsel işlemlerle bir araya gelmesinden oluşur.

Bir makinenin bir işi bir milyar kere icra ederek en doğrusunu bulması bir insana göre çok büyük bir üstünlüktür. Çünkü insanın sadece bir tek şeyi mükemmel olarak yapabilmek üzere ömrünün geri kalanını ona tahsis etme lüksü yoktur.

Ayrıca fiziksel dünya dijital dünyadan çok farklıdır. Çoğumuz bir Ford aracın kapısının dayanıklılığını ilgili tüm mekanizmaları ile birlikte test edebilmek amacıyla bir robot tarafından sayısız defalarca açılıp kapandığını gösteren videoyu hatırlarız. Ama doğrusunu bulmak için bir kapıyı bir milyar defa açıp kapatmamız mümkün değil. Çünkü açıp kapama rutini birkaç saniye almaktadır ve bir milyar defa tekrarlanması yüz yıldan epey daha fazla sürecek, mekanik parçaların pek çoğu da test tamamlanmadan çok önce arıza göstermeye başlayacaktır.

Bu yönüyle baktığımızda yapay zekâ(AI) da diğer tüm makineler gibi eğer yeterince defa tekrarlanırsa arıza yapabilmelidir. Yoksa öyle değil mi?

 

Yapay zekâ insan zekâsını alt edebilir mi?

 Hepimiz biliyoruz ki şu anda yapay zekâ henüz emekleme safhasında. Ancak, olası evrimi içinde bundan sonraki adımları üzerinde dikkatlice düşündüğümüzde zaman içinde nasıl bir ilerleme gösterebileceğini gözümüzde canlandırabiliriz.

Yine de yapay zekânın gelişimini sınırlayabilecek neler olduğu üzerinde herhangi kesinlikle bir şey söyleyebilmek güç. Ortaya çıkan hemen her teknik sınırlamanın üzerinden aşmanın bir yolu bulunabilmektedir ve yapay zekâ bizim mevcut fizik yasalarımızı yeni baştan yazabilecek yollara sahip.

Geleceği anlamak söz konusu olduğunda cevapları bulmanın etkili bir yolu problemi iyi hazırlanmış sorulara dönüştürmek olacak. İşte bize doğru yolu işaret edebilecek potansiyele sahip ve halen cevabı verilemeyen sekiz soru şöyle;

1. Yapay zekâ insan zekâsıyla rekabet edip, onu aşabilecek bir düzeye kadar geliştirilebilir mi?

Şimdiden yapay zekânın oyun oynama, uçak kullanma, araba sürme, gibi çeşitli özel alanlarda insanla rekabet edip onu geçtiğini görmüş durumdayız. Ama henüz empati emareleri göstermesini, insan şefkat ve merhametine dayalı değer yargıları yaratmasını, çetin bir argüman ortaya koymayı öğrenmesini, ya da özgün bir düşünce biçiminin temelini oluşturmasını görebilecek miyiz bunu bilmiyoruz.

2. Yapay zekâ insan-gibi amaçlara göre aşılanabilir mi?

Hepimiz güne bir dizi amaç ve heveslerle başlıyoruz, ama bunların hepsini kucaklayan kapsayıcı “insan amacı” nedir? Niye buradayız ve insanlığın hepsini kucaklayan hedefi nedir? Ya da Star Trek’den ödünç alacak olursak “insanlığın temel direktifi” nedir? Bir makineye de insana ait bir dizi kendi ahlâki değer eşitlikleri, etik ve kapsayıcı hedefleri bulunup belirlenerek verilebilir mi?

3. Yapay zekânın mevcut dijital makine zekâsı formunun hudutlarından aşıp canlı organik bir yaşam formuna geçirilmesi sağlanabilir mi?

Zamanla, mekanik makinelerle ilgili düşünce biçimimiz evrimleşerek onları tamamen mekanik aletler, hibrid mekanik-organik zamazingolar değil daha ziyade yaşayan makineler, saf sentetik yaşam formları olarak görmeye başlayacağız. Makine inşa proseslerinin de yerini “yerini” (bitki ve hayvanlarda olduğu gibi) yetiştirme alacak. bu esnada yapay zeka kavramının da yerini çeşitli düzeylerdeki sentetik zekâlar alacak. Bunların ardından da çoğunun “gerçek zeka” olarak nitelendireceği üstün bir form ortaya çıkacak. Bu gerçekçi bir olasılık mıdır?

4. Yapay zekâya kendi kendinden üretmesi (tenasül) öğretilebilir mi?

Birkaç ay önce “Gelecekteki Robotlar kendi çocuklarını doğurabilecekler mi” başlıklı bir makale yazmıştım. İlk bakışta bir mekanik robotun yavru bir robot doğurması inanılmaz görünüyor. Ancak bugün mevcut teknolojilerin çoğu da başlangıçta akla sığmaz görünmekteydiler.

5. Yapay zekâlar hangi noktadan sonra tamamen yeni bir yaratık türü olarak görülmeye başlanabilir?

CRISPR (Genom Editleme) teknolojisini deneyimlemeye başlamamızdan itibaren, ellerinde altışar parmağı olan, dört bacağı, üç kolu olan insanları da görmeye başlayabileceğiz . O noktadan sonra artık hangi noktada insanoğlu değil de başka bir şey haline geldiğimiz söylenebilir ki? Programlanabilir yaşam formlarının gerçekleşmesi bundan çok mu daha sonra olacaktır ki?

6. Yapay zekâları dostumuz olmaktan çıkarıp, rakiplerimiz haline getirebilecek kritik buluşlar ya da ilerlemeler hangileri olabilir?

Kendinin farkında, kendini yönetebilen, kendi üreyebilen, hayatta kalma içgüdülerine sahip ve duygusal olarak Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisine uygun biçimde yükselme arzusuna sahip sentetik-organik bir yaşam formu kavramımız belki yine de sürdürülebilir zekâya sahip, kendi kendini sürdürebilir bir yaşam formu olamayabilir. Bütünleyici hüner ve yeteneklerinin hangi noktadan sonra bize düşman hale gelebileceğini nereden bilebiliriz ki?

7. Yapay zekalar ileride bir gün kendi sürdürülebilirlikleri için insanoğluna artık hiç ihtiyaç duymayacak bir noktaya gelebilirler mi?

Tıpkı bir gün bize sırtını dönebilecek olan çocuklar yetiştirdiğimiz gibi, programlanabilir bir yaşam formunun da bize ihtiyaç duyma katsayısındaki azalmayı titizlikle takip ederek buna engel olmayı düşünebiliriz. Ama eğer yapay zekâ bir gün kendi kendine yeterlilik düzeyini bizden saklayabilmeyi de öğrenirse işte o zaman bunun sonuçta nereye varacağını hiç bilemeyiz.

8. Yapay zekânın hangi noktada insanlar için artık zararsız olma sınırını aşıp tehlike olmaya başlayacağını bilebilmek mümkün müdür?

Tıpkı insanlarda olduğu gibi kandırma yeteneği de öğrenilen bir hüner. O yüzden sentetik yaşam formları da dünyaya daima olumlu bir intiba vermek amacıyla insanların yaptıkları gibi asıl maksatlarını artık müdahale için çok geç olduğu bir noktaya kadar gizleyebilirler. 

 

SONUÇ / DÜŞÜNCELER

 “Biot” sözcüğü ilk defa “biyolojik robot” anlamında 1972 tarihli “”Ramayla Buluşma”” romanında Arthur C. Clarke tarafından kullanılmıştı. Romanda bu biot’lar uzaydaki belirli görevleri yapmak üzere üretilmiş yapay biyolojik organizmalar olarak tarif edilmekteydi.

Son zamanlarda biyoloji ile robotik bilimleri arasındaki sınırları kaldıran bazı yeni alanlar ortaya çıkmaya başladı. Bunlar arasında sibernetik, biyonik, biyomimik (dirimkurgu) ve sentetik biyoloji gibi çeşitli bilim ve teknoloji alanlarını bulunmaktadır.

Bu disiplinleri birbirinden ayırt edecek nüanslara girmeyeceğim. Ama organik, inorganik, biyoloji mühendisliği ve biyomekanik mühendisliği, yapay canlı ve gerçek canlı gibi, bunların arasındaki katı ve sıkı ayrımlar artık yavaş yavaş silikleşmekte, bu işlerin hepsinin önünde de yolu açan bir konumda yapay zeka bulunmaktadır.

Bu alanlarda önümüzdeki yıllarda gerçekleşecek olan ilerlemeler duygu ve duyarlılıklarımızı çok zorlayacak şeyler. Hayat nedir? Canlı nedir? İnsan olarak haklarımız, ahlak pusulamız, otorite algımız ve özellikle de bilimin etik sınırlarının ne olacağı konusundaki görüşlerimiz özellikle çok zorlanacak.

Yine de işte tüm bunların gelmekte olduğu gerçeği değişmez. Geliyor ve Milyarıncı An Teorisi çok daha büyük bir denklemin sadece ufacık bir parçasından ibaret. 

 

(Kaynak: Bu yazı yazarın FuturistSpeakerCom sitesindeki 23 Ocak 2018 tarihli makalesinden aynen alınmıştır.)

  
874 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın