• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/tabusalcom?ref=hl
  • https://twitter.com/tabusal
Emine K. Arslaner
Bir toplumsal nevroz olarak linç kültürü
09/11/2015

Emine K. Arslaner | 2012

“Biz Allah’a inanıyoruz zaten. İzin verelim artık, Allah da bize inansın”

Geçtiğimiz günlerde sanal paylaşım platformu Twitter’de yazdığım bu cümle ülkedeki “linç psikolojisi”nin ulaştığı sınırları görmeme vesile oldu. Ayrı namlulardan ateş topları gibi yağan aynı kurşunlara aklımı siper ederken yaşadığım çaresizlik duygusu sadece bana has değildi, biliyorum. Farklı cümlelerle ‘Allah’ın bize inanmasına ne gerek var!’ mantığını evir çevir ezber ederek karanlığın ortasına bir inci yumurtladığını düşünenlere imanın ne olduğunu anlatmak gerekiyordu. Herhangi bir vasıta kullanmadan inanma özgürlüğünü hiç tatmamış insanlara “iman” kavramını anlatmak değildi zor olan. Tek bir cümleyle linç şehvetleri kabaran paranoyak bir kitleye önce müslüman olduğunuzu ispatlamanız gerekiyordu. Bir Eyüp sabrıyla akıllarındaki ve yüreklerindeki ışığı insanlara ulaştırmaya çalışan bilgeleri düşündükçe küçülüyordum…

Her insandan mutlak iman talep eden Allah’ın kitabında, niçin bu davete icabet etmeyenlerin veya edemeyenlerin, yani “ateistler”in geçmediğini soran bilgeler de olmuş mudur acaba?

“Kur’an’da neden ateistler geçmez?” sorusundan,  linçe yol açar diye çekinilmiştir belki de.

Her türlü risk göze alınarak bu soru sorulabilseydi ve özgürce cevap aranabilseydi , “Allah’ın bize inanmasına izin verelim” çağrısından kimse huylanmayacaktı oysa. Kimbilir, belki de sorulmuştur ama bizlere duyurulmayan nice derin islami ve felsefi tartışmalar gibi vicahımızdan uzak tutulmuş, saklanmıştır.

Gelin soralım:

“Kur’an’da neden ateistler geçmez?”

Cevap arayalım:

Bir yaratıcının varlığına inanmayana Allah da inanmadığı için olabilir mi?

Yani,

Allah’a inanmayanı Allah da yok saydığı ve onlarla ilgili hesabı tamamen kendi bilgisi dahilinde bırakmak istediği için olabilir mi?

Soru sormak güzeldir ve hakikat arayışının vazgeçilmezidir. Ben de o akşam sorularla düşündürmeye çalıştım Twitter’deki linç sarhoşu ahaliyi…

“Allah’ın sana inanmasına gerek duymuyorsan niçin el açıp tevbe ediyorsun?”  diye sordum ancak hepsi tevbelerinin kabul edildiğinden son derece emindiler. İlahi makamın zımni kabulüne dayandırılan bu peşin hükümlülükte,  Allah adına karar verme iştiyakını sezinlememek mümkün mü?

Ve sorular başka soruları kovaladı…

Tevbelerin kabul edildiği bir evrende insanlar açlıktan öldürülebilir miydi, kadınlar kurbanlık koyunlar gibi boğazlanabilir miydi veya çocukların ırzına geçilir miydi?

Tevbe ederken neyi eksik bırakıyordu müslümanlar? Allah’ın bize inanmasını ve güvenmesini sağlamadan yaptığımız tevbenin kabul edilme ihtimali var mıydı? Tevbenin kabul edildiğinin işareti o günahın bir daha işlenmemesi miydi, yoksa “tevbe” yeni günahlara yelken açmak üzere verilen kısa bir soluklanma molası, vicdani bir teneffüs müydü?

Allah bize inanarak tevbelerimizi kabul etmiş olsa, bütün bu rezil günahlar tekerrür edebilir miydi?

Belki de iman ehlinin savrulduğu etik rampa işte burası.

Tekrar tekrar işlediğimiz günahları, tevbelerimizin kabul edilmediğinin işareti; dolayısı ile Allah’ın bize inanmadığının işareti olarak değil de, yeniden tevbe için bir fırsat telakki ediyoruz. Aslında kendimizi kandırırken, o minik aklımızla Allah’ı da kandırdığımızı sanıyoruz. Dahası, hiçbirimiz bir diğerimizin işlediği cinayetten kendimizi sorumlu tutmuyoruz. Her koyun kendi bacağından asılır ve kimse kimsenin günahından sorumlu değildir felsefesi, birine yönelik linç girişimi söz konusu olduğu zaman saniyeler içinde rafa kaldırılıyor ve bütün cemiyet yek bütün aynı müşterek etrafında kenetleniyor. ‘Kimse kimsenin günahını yüklenmez’ ayetini,  ‘kimse kimsenin günahından sorumlu değildir’ şeklinde tevil ederek, insanları toplumsal duyarlılığa davet edenleri küfürle itham edebilecek kadar ileri gidebiliyoruz.

Başkalarının işledikleri günahların sorumluluğunu yüklenmeye yanaşmayan pragmatist ve hoyrat aklın cinsiyetçi taraftarlığı da hayli enteresandır oysa. Kimse kimsenin günahından sorumlu değildir ama bir kızın işlediği günahtan baba sorumlu tutulur, bir kadının işlediği günahtan ise koca… Buna rağmen, namusun ete kemiğe bürünmüş hali gibi tahayyül edilen kadın cinsinin günahının bedeli kadına ödettirilir. Kadınlar recmedilir, babalar veya kocalar değil…

Bir ceza’i müeyyide şekli ve linç girişimi olarak “Recm” Kur’an’da geçmemesine ve Tevrat’da zikredilmesine rağmen müslümanlar tarafından uygulanır.

Gerçek şu ki, islami ve kitlesel duyarlılığımız israili recm kültüründen ibaret hale geldi veya getirildi. Batı’ya yansıyan suretlerinin mütemadiyen eli taşlı zombiler olarak tersim edilmesinden rahatsız olan modern müslümanlar, taşlı sopalı recm olayından uzaklaşmış olmalarına rağmen zihinsel recm kültüründen tamamen sıyrılamadılar. Bittabi müslümanların şuuraltlarında yapılan bu tahribatta Batı’nın arızalı ve sabıkalı kültürünün ve kibirle yoğrulmuş varoluş algısının katkısı tartışılmaz.

Oysa Kur’an’da vaaz edilen islam ahlakına göre “öldürmek” için değil, “yaşatmak” için kenetlenilir.

Cemaat, yani “birlik olma ülküsü”nü tefrika ve cepheleşme enstrümanı haline getiren, “aranıza nifak sokmayın, omuz omuza verin” mesajını içeren “safları sıklaştırın” uyarısını sadece “bardaklar gibi yanyana dizilin” olarak algılayan bir topluluğun salih amel veya hayırlı bir çaba çerçevesinde bir araya gelmesi ne kadar mümkündür? Hergün haberlere düşen bıçaklanmış kadın cesetlerini polisiye film seyreden ergen kayıtsızlığıyla izleyenler; herhangi meşhur bir ismin aklından veya klavyesinden düşen inciler karşısında kızıl şal görmüş boğalara dönüşüyorlar ise, durup iki dakika düşünmek gerekir. “Fazıl Say Müslümanlara küfretti, Allahu ekber!”“Yılmaz Erdoğan yalakalık yapıyor hurra!” nidaları monitörünüzün çeperini titretirken, asıl kimlerin hal dilleriyle Allah’a küfrettiklerini ve hangi dalkavukların onların günahlarını gizlediklerini izlemek zorunda kalmak da Allah’ın bize verdiği en büyük ceza olsa gerek.

Grup, yani aidiyet psikolojisinin harını körüklediği linç kültürünün tarihi de çok eskidir ve bu eskilikte hiç eskimeyen mesajlar, günümüzün toplumsal nevrozlarına ışık tutan ayrıntılar gizlidir.             İnsanlığın ilk linç mağdurunun bir kadın olduğunu ve bu kadına yönelik linç girişiminin aradan geçen binlerce yıla rağmen tüm şiddetiyle devam ettiğini biliyor olsaydık, her hoyratlığın altından çıkan ataerkil zorbalığın linçin de uyarıcı gücü olduğunu farkedebilir miydik?

“Medea” Anadolu’dan Batı’ya gitmiş belki de ilk göçmen gelindi ve anayurdunda edindiği birikimi Batı’ya aktarmak isteyince o çok tanıdık kompleksle karşılaştı (bknz. Hellenistan’ın Günah Keçisi: Kızıl Saçlı Büyücü Kadın, Katil Anne Medea). Medea’nın çocuklarını taşlayarak öldürenler, kadınların kadim belası iftira müessesini kullanarak onu katil anne ilan ettiler. Medea’nın alnına sürülen lekeyi asırlar silemedi ve bugün hala kendi yurdunda, yani Anadolu’da dahi katil anne olarak gösterilmeye devam ediyor ve devlet tiyatroları tarafından sergilenen tragedyalarda Medea’nın ne denli ihtiraslı bir kadın olduğundan ve çocuklarını nasıl hunharca öldürdüğünden dem vuruluyor.

Zihinsel ve bedensel ataletten kurtulup eline kazma küreği alarak topraklarının geçmişine eğilmeyenler, kazmasını küreğini alıp taa Avrupalardan gelerek Anadolu’yu eşeleyenlere muhtaçtırlar ve onlara inanmak zorunda kalırlar. Kendi tarihini Batılı tarihçinin paradigmasından izleyenler, gün gelir linç kültürünün uzantısı olan ve mesnedini  Kur’an’da değil Tevrat’da bulan “recm” olgusunu islami argümanlarla açıklar ve kendi kültürünün parçası sanır. Bu insanlara, kara cahil ve zır ataerkil toplum tarafından linç edilme korkusuyla diri diri gömülen kız çocukları için gönderilen İslam gerçeği de bir şey ifade etmez.

Cahiliye devri ve çağımız arasında bir kıyas yapalım ve durduğumuz noktaya bakalım;

Kur’an, namaz kılmayan bir topluma inmedi; Kur’an’ın indiği toplum namaz kılan bir toplumdu zaten.

Kur’an, oruç tutmayan bir topluma inmedi; Kur’an’ın indiği toplum oruç tutan bir toplumdu zaten.

Kur’an,  Kabe’yi tavaf etmeyen bir topluma inmedi; Kur’an’ın indiği toplum Kabe’yi tavaf eden bir toplumdu zaten.

Kur’an, kurban kesmeyen bir topluma inmedi; Kur’an’ın indiği toplum kurban kesen bir toplumdu zaten.

Hatta, Kur’an, Allah’a inanmayan bir topluma inmedi. Kur’an’ın indiği toplum Allah’a iman eden bir toplumdu zaten.

O halde Kur’an neden indi?

Kur’an, köleliğin hüküm sürdüğü, güçlünün zayıfı ezdiği; cinsiyet, cibilliyet ve mülkiyette müsavatın sağlanmadığı bir topluma indi.

Kur’an, mal istifçiliğinin olağan karşılandığı, adaletin erk’in maşası olduğu, ahlaken yozlaşmış bir topluma indi.

Kur’an, kız çocuklarını diri diri gömen, kadınlara iftira atan, sarkıntılık eden ataerkil bir topluma indi.

Kur’an, putları “Allah” ile aralarında vasıta kılan bir topluma indi. (İslam’ın ilk muhatapları olan müşrikler de Allah’a inanıyorlardı ancak, ‘Onlara, bizi sadece Allah’a yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz’ (Zümer, 3) diyorlardı. Kur’an putları devirirken ruhbanlığı devirdi.)

Kur’an, aklını kullanmayan, aklını kullananları da linç eden bir topluma indi.

1400 asır sonra, bugün geldiğimiz noktadan, dönüp cemiyetimize göz atalım şimdi;

Güçlü zayıfı eziyor, “asgari ücret” hinliği altında kölelik bütün cepheleri ile devam ediyor, sermaye sahipleri itibar görürken yoksullar aşağılanıyor, unutuluyor, dışlanıyor.

Soy sop, din veya mezhepler kullanılarak aynı coğrafyanın insanları birbirlerine düşman ediliyor.

Adelet güçlüleri koruyor. Mağdurları korumaya kalkışanlar da mağdur duruma düşürülüyor.

Kadınlar; töre, namus, toplumsal baskı veya finansal sıkıntılar gibi bahanelerle katlediliyor. Kadına şiddet, laçkalaşmış mizah veya çivisi çıkmış dizi kültürüyle yeknesaklaştırılıyor. Moda devlerinin ve kozmetik endüstrisinin üzerinde tepinerek yıprattığı kadın bedeni, estetik çakallar tarafından çeki düzen verilerek yeniden podyumlara sürülüyor. Ataerkinin tanrısı Zeus’un dişi cinse yaptığı hakaretlerden biri olan güzellik yarışmalarından eril egolar hem zevk hem de para devşiriyor. Tecavüzcüler, tacizciler ve sapıklar; hukukçular, psikiyatristler veya din adamları tarafından“tahrik” kumaşına sarılarak korunuyor, aklanıyor. Salt başörtüsüyle özetlenen ve sadece kadına atfedilen “tesettür” emri kullanılarak kadınlar; siyasi, ideolojik veya ticari hedeflerin enstrümanı yapılıyor. Modern yaşam, dondurulan din anlayışı ve gelenek arasında şapşala dönen kadınlar, “altı kaval, üstü şişhane” metaforlarıyla yeniden taşlanıyor. Kısacası, kadınlar diri diri gömülemezlerse eğer, yaşayan ölülere çevriliyorlar.

Putlardan olmasa da, insanlardan oluşan bir ruhbanlar sınıfı İslam’ı kendi inhisarına hapsederek müslümanları koyun misali güdüyor. Şeyhlerden, seydalardan, imamlardan, mollalardan şefaat dilenen yığınların biraz daha ılımlıları kanaat önderlerinin önünde el pençe divan duruyor.

Peygamberi Taif’te taşlayanların çağımızdaki temsilcileri, şablonlarına sığdıramadıkları her çalışan beyni linç ediyor. Linç kültürü “toplumsal tepki” gibi kulağa hoş gelen başlıklar altında yapılan dezenformasyonlarla çağın ruhuna uyarlanıyor. Daha güzel bir dünyanın daha ahlaklı bir cemiyetle mümkün olabileceğini fısıldayan ve bu hedefe ulaşmak için gerekli yol haritasını uzatmaya çalışan eller kırılıyor, bilinçler iğfal ediyor, akıllar çamura bulanıyor.

Şimdi soralım:

Bizim Allah’a iman etmemiz Allah’ı sevindirir mi? Yoksa Allah, böyle ahlaksız bir toplumun kendisine iman ediyor olmasından duyduğu rahatsızlıkla imanımızı reddedip, bize “ateist” gözüyle bakıyor, bizi yok sayıyor, yani bize inanmıyor olabilir mi?

Belkide bir türlü ıslah ve ihya olamamızın nedeni budur…



1502 kez okundu. Yazarlar

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın

Yazarın diğer yazıları

Rasyonel Akıl ve Başıboş Köpekler - 08/03/2024
20 yıldır yazdığım konuları yeniden, yeniden yazma zorunluluğu…
Ataerkil Avrupanın Anaerkil Anadolu Sendromu - 25/05/2022
Beşikler vermişim Nuh‘a Salıncaklar hamaklar Havva Anan dünkü çocuk sayılır Anadolu‘yum ben, tanıyor musun? Ahmed Arif
Ahzap 37, Evlatlığın Eski Eşiyle Evlilik mi yoksa İnsanları Eşitleyen Bir Devrim mi? - 29/11/2020
Aslında bu yazı üç yıl önce yazıldı ancak tıpkı yazının konusu olan ayette dillendirilen “ziyade kılınmış kişi” nin yaşadığı korkuya benzer bir korkuyla çekmeceye atıldı ve yayınlanacağı tarih için ilahi huzurdan bir işaret fişeği beklendi.
Tesettür ve Çevreye Uyum - 13/06/2020
Kadınlar Kur’an’da varlığı veya yokluğu, çok aleni olmasa da, satır aralarından tartışılan, müphem bir telkinin hayatlarını şekillendirmesinden sıkılmış görünüyorlar.
Hellenin Helena Yalanı - 12/02/2017
Paris, Fransa’nın başkentidir. Truva, Hititlerin’dir ama Londra’nın dörtyüz yıl önceki adı New Troy’dur. Troy halen Portekiz’de bir kentin adıdır.
Öldürürler seni oğlum! - 07/09/2016
Uzanma onların zehirli meyvelerine. Çünkü Öldürürler seni oğlum…
Defnenin Duası... - 06/06/2016
Anadolu topraklarından bir ışık pınarı gibi fışkıran genç bir kız.. Bir kız ki adı bile tebessüm kadar güzel… Defne…
Hellenistanın Günah Keçisi - 12/03/2016
Koro: Zeus biz kadınları yüce ameller için ne kadar zayıf yaratmış olsa da, fenalık için, evet hiç olmazsa fenalık için bizden daha ehil yoktur! (Euripides, Medeia)
Hellenin Helena Yalanı - 24/01/2016
Bilinen bir hikayedir… Savaş mağlubu İspanya kralı, aç gözlülüğüyle meşhur
 Devamı