• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/tabusalcom?ref=hl
  • https://twitter.com/tabusal
mahlaslar padişahı; plaçkacı yavşak


 mahmut tarık |
2011   

 "andersen ve aziz nesin'den esinlenerek yazılmıştır... ruhları şey olsun, şad olsun..."



     
bundan yıllar yıllar önce dün, bir şair varmış çalılar arasında saklanan. öyle çok saklanırmış ki bu şair, çalılar kollarında yükselirmiş. türlü türlü çalı böcekleri yer edinmiş bedeninde. neredeyse ayakları toprağa kök salmış. bir gün şair bunalmış. tüm korkularını yenip şiirlerini insanlarla paylaşacakmış. çıkmış çalılar arasından, çok da uzun olmayan bir yol gitmiş. çok da uzak olmayan bir ülkenin kapısına dayanmış. ama öyle bir ülkeymiş ki o ülke şairler ülkesiymiş. ülkede şair olmayan kimse barınamazmış.

      bizim şair almış heybesini sırtına heybetine yular etmiş tünelmiş hemencik kale kapısına. öyle herkes içeri alınmadığından, kale kapısında şair standardı ölçen görevliler varmış. belirli standardı olmayanı almazlarmış. bizim şairde ne kalem varmış ne mürekkep, yıllardır çalılar arasında kalmaktan şiir yazmayı da unutmuş. öyle şipşak standart ölçüde de şiir yazacak donanımda da değilmiş. elinde silik bir parşömenden başka bir şey yokmuş. derken görevli sormuş:

            - kimsin sen yabancı? adın nedir, soyun kimdir? şairsen oku aklımı soluma, değilsen al bahtını yoluna...

bizimki ne desin ne demesin:
            - ben yaban ülkenin yerlisi, adım şair soyum şiir. padişahın kadrine, senin kılıcın mizan değil.
            - bre şairler mihmanı, aldın ölçümü lakin ben de senin ölçünü almak için yazdığın bir şiirin nüshasını isterim. ola ki bu memlekette şairin ölçüsü şiirle ölçüle.
bizim şair düşündü, ne etsin ne etmesin. derken elindeki boş parşömen parçasını uzattı görevliye:


            - bak kapıkulu. bu parşömen üzerinde bugüne kadar yazılmış en güzel şiir vardır. ama bir özelliği vardır bu şiirin?


            - nedir ey şiir yazan?


            - bu öyle bir şiir ki bu şiiri yalnız şiiri hakkıyla anlayan görüp okuyabilir. şiirden anlamayan cahiller asla göremez. kendine güvenin yoksa alıp okumaya çalışma ama görüyorum ki sende yüce bir şiir cevheri var.

             - ver ey doğru söyleyen, benim görmemem için bir sebep yokken neden senden alıp okumayayım bu şiiri, bakayım dediğin kadar güzel mi bu şiir.


nöbetçi parşömeni naif şekilde iki avucuna alıp okumaya çalışır. ama ne görsün, hiçbir şey yok yağı kurumuş derinin üstünde. gözünü çakar, dudağını büker, kaşlarını kaldırır. en sonunda kafasını sallar:

           - kurgusuna hayran kaldım ey yabancı. akıcılığı, ahengi, üslubuyla bu şiir bu ülkeyi yerinden sallar. kapılar sana açılmasın da kime açılsın şimdi! der yolu verir tablacıya.


bizim kepsiz şair işi hemencecik piçliğe vurur, görünmez şiirini heybesine yerleştirip ülkenin içlerine yol almaya davranır.
şöyle bir beş gün diyelim şehir içinde avare dolaşır. pazarda görünmez şiirini okuttuğu bir kaç pişkinin ağız fırlatması sayesinde şairin ünü saraya kadar gider.gün gelir, gündüz gelir şair ülkede saygınlık abidesine dönüşür. öyle ki karşılaştığı herkes onu ve şiirini övmekten geri durmaz.

bir kere bile olsun eleştiri kapısını çalmaz onun.
böyle bir günler gelir geçer, şairin ismi saraydan padişahın kulağına fısıldanır. bu padişah ki öyle sıradan bir padişah değil, mahlaslar padişahı. ülkedeki tüm şairler ondan bir mahlas almayıncaya dek şiir yazamaz olurmuş.neyse bizim mahlas padişahı bu şair gelsin de ona bir mahlas vereyim demiş. ama padişahın içinde de için için kıskançlık varmış. neymiş öyle dünyanın en güzel şiiri nidaları.

bizim direksiz şair gelmiş durmuş sarayın önüne, padişahın hürmetine sunmuş kendini. hemencecik arkasından iki hizmetli ellerinde anka kuşu tüylü, ipek kumaş örtülü yastıklar üzerinde dünyanın en güzel şiirini padişahın huzuruna vermişler. o ne ihtişamlı gelişti. padişah yerinden kalkıp nazikçe parşömeni eline almış ve kırk yıldır gören gözleriyle bu eşsiz şiiri görmeye çalışmış. ama ne yapsın ortada ne şiir var ne eşsiz bir güzellik. padişahın içi ürkmüş.

kafasını kaldırıp halkına bakmış, ki hepsi merakla yüzüne bakıyor. sonra bizim ipsiz şaire gözünü çevirmiş, o da kibriyle mahlasını bekler gibi etrafa çalım atıyor.

padişah ne dese iyi. işin ucunda şiir cahili damgası yemek var, oysa bugüne dek engin şiir bilgisiyle koca ülkesini yönetmiş, mahlaslar yüceltmiş biriydi. halkının güvenini bir anda kaybetme korkusu sarıvermiş onu. derin bir nefes almış:


               - ey mihman-ı ser şiir. görüyorum ki şiirin boyumuzu aşmış, göklere kök atmış. bu şiiri gördükten sonra benim bilgeliğim nutuksuz kalmış. şimdi benden mahlas mı beklersin? bil ki ey mücbir benim şiirpesent kalbimin gücü yetmez buna. halkımın da önünde bu giran tacımı senin el varmaz, düş varmaz hayalpesentliğine bırakıyorum.


mahlaslar padişahı kibrini, hasedini, hırsını yakan bu oyuna öylece bırakıp gitmiş tahtını. buna şahit olan halk, yeni padişaha mahlaslar padişahının da padişahı anlamına gelen plaçkacı yavşak ismini takmış.


ve yavşak şair, ölene dek görünmez kibri ile ülkeye hükmetmiş, ülkenin tüm kaynaklarını yemiş bitirmiş. her şeye herkese bilgelik yapmaya kalkışmış. boyun eğmeyen her kimseye görünmez şiiri ile kafa tutmuş.


yavşaklar çoğalmış ve onlara yetmeyecek kadar az ülke olduğundan dünyanın her bir yerine dağılmışlar. o kadar çokmuşlar ki...


işte o gün bu gündür görünmez emeklerle, kıvrak desiseler ile dolaşan adam başlı kişilere yavşak denilmiş. kibirleri ve sahte bilgelikleriyle hemen göze çarpmışlar.

 
  
2478 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın