Müslüm Batuk: Sayın Ece Ayhan, istiyorum ki bu konuşma bir röportajdan çok bir sohbet gibi olsun. Siz, ben ve okuyucular arasında. “Görmemek ve şiir”, “duymamak ve şiir”, “konuşmamak ve şi­ir”… Bu kavramlar bir arada size ne çağrıştırıyor, neyi ifade ediyor?

Ece Ayhan: Bakın aklıma ne geldi. Uzun zaman önce, ben Sultantepe’de otururken Üsküdar’da gözleri görmeyen bir adam vardı. Bu adam potin bağı satardı. Ve her akşam işi bitirdiğinde, o za­manların meşhur Hale sinemasına gidermiş. Bir gün bu adama sormuşlar: “Be adam sen görmüyorsun, neden her akşam sine­maya geliyorsun?” O da “Ben içimden seyrediyorum” diye ya­nıtlamış.

Yine uzun yıllar önceydi. Üsküdar-Eminönü vapurunun yazlık bölümünde seyahat ediyordum. Birçok satıcı gelip gidiyordu. İçlerinden birisi ise elindeki bir yazıyı yolculara göstere­rek amacını gerçekleştirmek istiyordu ama nafile. Yolcuların hiçbirinin ilgisini çekemiyordu. O sırada başka bir satıcı ona doğru eğildi ve şöyle dedi: “Boşuna uğraşma, konuşmayana kimse para vermez.”

Bunları niye anlattım? Sağır ve dilsizlerin dünyası görme­yenlerin dünyasından daha karanlıktır. “Körler ses çıkarır çün­kü ve sesi işitirler. Ses çıkarmak görmekten önemli. Bilimsel olarak söylemiyorum ama insan ses ve öfkeden ibarettir.

Görmeyenler sağır ve dilsizlerden daha mı yakındır şiire? Hatta kimi görenlerden de?

Görmeyenlerin bu dünyayı bilmelerini isterdim. Ama görmeyenlerde başka melekeler, algılar daha güçlü gelişiyor. Görmeyenler şiire yakındır.

İngiliz eleştirmen Caudwell’in düşüncesine göre, insan ha­yatta görmediği şeyi düşünde de göremez. Deforme olsa bile düşteki, gerçeğin yansısıdır. Ama şiir sestir, ritmdir, akıştır gö­rüntüden çok. Kafiye ses demektir. Eğitimi olmayan da ritmi yakalayabilir. İlahiler, sesler, ritmler gelir ve görmeyenin bey­nine yerleşir. Harfler, kelimeler yerini alır. Görüntü ise fazladır şiirde.

Yeni hükümetle birlikte Kültür Bakanlığı işlevini görür hale ge­lecek mi? Popbeskçiler, onların temsilcileri, çeşitli sinema dernekleri “sanat” adına Kültür Bakanlığı’na üşüştüler bile.

Kültür Bakanlığı’nın yapabileceği hiçbir şey yok. Ben “sosyal demokrat” tabiri yerine, “sosyal bürokrat” diyorum. Kül­tür Bakanlığı kültür hayatına devlet adına katılır. Devlet ise vergi demektir. Bakın Çerkes Ethem’in dışlanmış oluşunun asıl nedeni düzenli orduya katılmayışından çok vergi toplamasıdır. Vergi toplamak devlet olma savı ileri sürmektir. Oysa bunlar vergi dahi toplayamıyorlar.

Şiire dönelim. Sivil şiir resmi kültürde yer alabilir mi?

Yıllardır şairlerle devletin arası açıktır. Atatürk şairleri hariç. İktidarla şiir bağdaşmaz. Zira iktidar nötralize eder. Sivil şiir resmi kültürde yer alamaz. Zaten askeri şiire alışılmış bu ül­kede. Ben kendi payıma şiirin iktidar olmasını istemem.

Peki sivil şiirin sivil toplumun kültüründe yeri var mıdır?

Sivil toplum Batı’ya özgü bir kavram. Bu cumhuriyet ise çeviri bir cumhuriyet.

Yani tanzimatçı, kültürümüzde mi tanzimatçı?

Yalçın Küçük’ün bir sözü vardır: “Türk aydını tercüme odasında doğmuştur” der.

Bilmem katılır mısınız, tanzimatçılık sürüyor bence. Bu konuda İdris Küçükömer’in “Türkiye’de sol sağdır, sağ soldur” görüşünü göz önünde alarak neler söyleyebilirsiniz?

Tanzimatçılar sağdadır bugün. Ve bugünün tanzimatçıları tutarsızdır. Eski tanzimatçılar, Namık Kemal’ler daha tutarlıy­dı. Mesela halkla ilgili bir şeyi sevmezlerdi. Karagöz’ü, orta-oyununu. Yunus bile çok sonraları derlendi ülkemizde. Jakoben bir gelenek de vardır ülkemizde. Yani tepeden inmeci. Mesela Atatürk, İlhan Selçuk, Bülent Ecevit gibi. Türkiye’de sağ soldur, sol sağdır gerçekten de.

Sağcı olmak için sol değerleri, solcu olmak için sağ değerleri be­nimsemek değil herhalde bahsettiğiniz. Türkiye’de solun ve sağın içi­nin boşaltılmışlığını anlattığınızı düşünüyorum. Örneğin bunun dı­şında da solcu olunamaz mı ülkemizde?

Yapayalnızlık, ıssızlık göze alınırsa olunabilir. Bir İsmail Beşikçi olmak, bir Şerif Mardin olmak kolay değildir.

Sohbetin bir yerinde iktidarı kınadınız. İktidar neden kötüdür?

Foucault öldüğünde bir dergi şöyle yazmış ardından: “İk­tidarı sevmezdi.” İktidar diye bir şey olmaz. Devrimle iktidar çelişir aslında. İktidara gelirsen devrim düşüncesi kalmaz. Ço­ğalmak erozyondur.

İktidar bu kadar insanı kendisine nasıl çekiyor peki?

İktidar çekicidir, doğru. Bir örnek var aklımda, her şeyi çok güzel açıklıyor. 12 Mart’ta Kurthan Fişek, Mamak’ta tutuk­luyken orada görev yapan bir cezaevi albayı varmış. Daha son­ra emekli olmuş. 1978′de Ecevit hükümetinde Kurthan Fişek Atletizm Federasyonu’nda başkanlık yaptığı sırada bu emekli albay iş için ona müracaat etmiş. Kurthan Fişek’in onu görünce söylediği ilk söz şu olmuş: “İktidar ne güzel.” İşte iktidar.

Şairlerin (Atatürk şairleri hariç) devletle arası yıllardır açıktır dediniz. Şiir iktidarla bağdaşmaz dediniz. Peki ben bir de şairlerle ik­tidar arasında bağ kurmanızı istesem.

Bizde iktidara, devlete bulaşmaz Türk şairleri. Korkudan. Belediyecidir onlar. Kaldırımlardan, çukurlardan yakınırlar bir ömürboyu. Birçoğu da Kemalist hükümet şairidir. Başka bir şey de olamazlar. Maça ister.

Bunların dışında kalan bir şair yok mu ülkemizde? Aklınıza ilk gelen isim…

Var tabii. Mesela Ahmed Arif.

Devlet dersi devam ediyor. Kimlerdir devlet dersinin öğretmen­leri? Ne dersiniz?

Ben öğretmenleri sevmem. Çocukları sınıfta bırakırlar. Düzenle şu veya bu şekilde uyuşmadır bu. Mesela Köy Enstitü­sü çıkışlılar sistemin dışında olduklarını söylerler ama, siste­min tam göbeğindedirler. Sistemin dışında olmakla karşı olmak farklıdır. TÖS Başkanı bile yanıldığını anladı sonra.

Köy Enstitüsü ve TÖS örneğiyle yola çıkarsak sistem karşıtı gö­rüşe sahip olanlar ne yapmalı sizce?

Görüşleri dolaşıma sokmak gerekir. Pazarlamadan, pazar­lık yapmadan. Göze almak yani. İsmail Beşikçi uzun süre hapis yıllarından sonra çıktığında gazeteciler ona çeşitli sorular yö­neltmişler. Beşikçi de bunları yanıtlarken içeri alınma nedeni olan görüşlerini yinelemiş. Avukatı konuşmasını istemediği için onu koluna girerek götürmek istemiş ama Beşikçi konuş­masına devam etmiş. İşte burada avukat haklıdır belki, ama Beşikçi yüzde yüz haklıdır.

Devlet dersinin geçmişteki ve bugünkü öğretmenlerine döner­sek…

Evet. Benim bir şiirim vardı, Devlet ve Tabiat’ta. Yayımlat­tığım zaman yayıncı o zamanki koşullar nedeniyle şiirin ismini değiştirmemi rica etti. Şiirin ismi “Kürt Çiçekleri”ydi. “Açık At­las” koydum. İşte o şiir “Efendiler” diye biter.

Devlet dersi Türkiye’de seçmeli değil, zorunlu bir derstir. Bu dersin öğretmenlerini herkes biliyor, geçmişte ve günümüz­de.

Sizin “Meçhul Öğrenci Anıtı” şiirinizde geçen bir dize var. “Devlet dersinde öldürülmüştür” dizesi. Nedir bu dizenin gizi?

Devlet Mimarlık ve Mühendislik Akademisi’nde bir za­manların öğrenci liderlerinden olan Battal Mehetoğlu polisçe öldürüldü. Cenazesinde Battal’ın annesi İnsaf Ana’ya birisi ne­ler hissettiğini sorar. Şöyle der İnsaf Ana: “Ah ki oğlumun emeğini eline verdiler.” Meçhul Öğrenci Anıtı budur.

Nâzım’ı yıllarca lanetlediler. Oysa şimdi popbeskçinin biri TV’den, İnönü’nün yanında Nâzım’dan övgüyle bahsediyor ve onun Karlı Kayın Ormanını söylüyor, bugüne değin hiç söylemediği halde. Şimdi de ölüsüne mi göz dikildi? Nâzımı 80′den sonra bir süre şair olarak yargılamaya kalktılar, aradılar. Siz de Nâzım’ın kartpostal şi­irlerinden bahsetmiştiniz. Ne düşünüyorsunuz bütün bunlar hakkında?

Rüzgâra iyi bakmak lazım. Bugün beni seviyorlar ama, sırf rüzgârdan. Rüzgârlar nasıl esiyor ve ne zaman kesiliyor? Geç­mişte karalandıysa ve bugün övülmek istemiyorsa rüzgârdan­dır. Nâzım’ın aleyhinde konuşanlar, etkisinde kalmışlardır. Al­tında ezilenler Nâzım’ı kınıyorlar. Tank gibi ezmiş adam. Ben Nâzım’dan hiç alınmadım, beni ezmedi.

Nâzım bir parça uzaktır düz halkın edebiyatından. Dedesi paşadır, dayısı Ali Fuat Cebesoy’dur. Bir insanın şiirleri siyasalsa daha çabuk tanınır elbet, bir mittir bu. Ama Nâzım işçi sınıfı tam anlamıyla yokken bile varmış gibi sürdürüyor düşlemini. Büyük aileden oluşu dışında bir şey söylenemez ona. Bence mükemmel bir şairdir.

Kartpostal şiire gelince: Bir ressam, bir müzisyen ülkesin­den ayrılabilir. Bu onun sanatını, çalışmalarım etkilemez. Ama bir şair ülkesinden ayrılırsa dilden kopar. “Kartpostal şiir” sö­zünü bir dönem sonra Türkiye dışında yazdığı kimi şiirler için söylemişimdir. Yaşayan dilden kopmak şair için çok zordur.

Resmi kültür Nâzım’ı nötralize edebilir mi?

Zor. Daha Tevfik Fikret bile legalize edilemedi. Ayhan Songar şöyle demiş: “Tevfik Fikret yaşasaydı ve bugün bana gelseydi deli raporu verirdim.” Bunun üzerine şimdiki Sağlık Bakanı, eski Bakırköy Hastanesi Başhekimi Yıldırım Aktuna “Bir adam bir süre müşahede altında tutulmadan rapor veril­mez” demiş Songar’ın sözüne karşılık.

Tevfik Fikret öldüğünde cenazesindeki sekiz-on kişiden biri bir askerdir; Mustafa Kemal.

(1992)

Ece Ayhan
“Sivil Denemeler Kara”
YKY, 3.Baskı (2008), S.61-66