• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/tabusalcom?ref=hl
  • https://twitter.com/tabusal
Yeni Bir İnsan Türünün Doğuşu: ''Homo Romanticus''

evrimağacı

Bizler, avcı toplayıcı hayvanlar olduğumuz gerçeğini kendinden bile saklamak için epilasyon yapan, parfümler deodorantlar kullanan avcı toplayıcı bedenindeki medeni karakterleriz. Bizler, kürk kalıntısından ve ter kokusundan kurtulmak için milyarca dolarlık epilasyon ve parfümeri sektörü yaratan avcı toplayıcı bedenindeki centilmen Homo sapiens ruhlarız. Bu beden bu ruhu kabul etmiyor, ya da bu ruh bu bedeni. Bütün çelişki, kültürel-ruhsal evrimimizin, metabolik-hormonal evrimimizden daha hızlı değişmesinden kaynaklanıyor. Smokinli avcı toplayıcının temel trajedisi burada başlıyor.

Freud'un sözüyle ego şahlanmış bir at üzerindeki şövalye gibidir. Ego, id ile süperegonun isteklerini uzlaştırmaya çalışan hakemdir. Daha basitleştirirsek id; yaklaşık 2.000.000 senelik avcı toplayıcı dönem ve daha öncesine göre evrimleşmiş beyin kimyasının zorunlu kıldığı "Beslen, susuzluğunu gider, çiftleş, hayatta kalmak için şiddet uygula, savaş" talimatlarının alındığı zihinsel katman iken, süperego; yaklaşık 10.000 senelik tarım devrimine ve şehirleşmeye göre şekillenmiş ahlakın ve kültürün, bir arada yaşamayı zorunlu kılan "Eller ne der oğul, diğer insanları da düşün, arzularını geçiktir, kendine yapılmasını istemediğini başkalarına da yapma, şimdi sırası mı?" talimatlarının alındığı sosyal tabuların zihinsel katmanıdır. Ego, genellikle birbirlerine zıt çalışan id'in gayri ahlaki hayvani talepleriyle, süperegonun toplumsal ahlaki taleplerinin optimize edilmesini sağlayan zihinsel katmandır. Sanırım semitik dinlerdeki sağ omuzdaki iyilik perisi ve sol omuzdaki kötülük perisi algısının bilimsel kökleri, evrimsel geçmişimizde yer alıyor.

Gelin bu sefer de "ego" denilen hakemin tarafsızlığını yitirip "süperego" lehine kararlar verdiği sağ omuzdaki iyilik perisini tanıyalım. Avcı toplayıcı hayvan bedeninde yaşamayı reddeden tarım devriminin modern insanları, hayvan oldukları gerçeğini kamufle edecek mükemmel bir algı oyunu yaratmayı başarmıştı. Romantizm. 

Eğer smokinli avcı toplayıcı kendini kandırabilmeyi başarabilirse, temel trajediyi yaratan nevrotik durumu körüklemek pahasına, kendi ile hayvanlar arasına aşılmaz bir set çekebilecekti. Peki bu kürk kalıntısından ve ter kokusundan kurtulmak kadar kolay olabilecek miydi? Atalarımız eşref-i mahlukat olabilme yolunda ilk bebek adımlarını avcı toplayıcı dönemin kabile olabilme ruhu sayesinde attıysa da, asıl büyük değişimi tarım devriminin şekillendirdiği şehir ortamında yarattılar.   

Avcı toplayıcı ve daha önceki atalarımızın hayatta kalmak için güçsüz rakiplerini ekarte etmeleri, besin bulma ve paylaşmadaki adaletsizlikleri belki kabul edilebilirdi, ya romantikler kendi çağında modern maske altındaki vahşi hayvani mücadelenin devam etmesini ve toplumun en alttakilerine uygulanan zulmü, adaletsizlikleri kabullenebilecek miydi? 

Kızıl romantik, adaletsizliği, büyük balığın küçük balığı yutmasını, insanlar arası gelir dengesizliğini, köleliği, emeğin karşılığının alınamamasını, açlıktan ölmek üzere olan Afrikalı çocuğun başında duran fırsatçı akbabayı ve buna göz yuman vahşi insanlığı kabullenemezdi. Yel değirmenleri ile savaşan Don Kişottu kızıl romantik. "Yine dene yine yenil, daha iyi yenil" hayat şiarıydı kızıl romantiğin.

Her denemede yenilmemiş olmalılar ki, kızıl romantikler sayesinde bugün kölelik kalktı, günlük çalışma saatleri düşürüldü, kadın erkek eşitliği konusunda ciddi yol kat edildi. Kızıl romantik adaletin her tecellisinde kendini hayvandan biraz daha uzaklaşmış hissediyordu. 

Antropologlar, kuzenlerimiz Neandertaller'in ölülerini gömdüklerine ve dahası mezarlarda bulunan çiçekkalıntılarından, cenaze merasimi yaptıklarına dair ipuçları bulmuşlardı. Cenaze töreni ve ölüye saygı atalarımızın dinin ilk prototipini oluşturmaya başladıklarını gösterebilirdi. Acaba atalarımız yakınlarını bir bir kaybettiklerinde tümevarım yolu ile sıranın bir gün kendilerine de geleceğinin farkında mıydı?   

İlkel atalarımızın yakınlarını kaybettiklerinde, onların tıpkı hayvanlar gibi toprak olduğunu kabullenmeleri, tümevarım kurabilme kabiliyetlerinin yeterince gelişmemesi nedeni ile sıranın bir gün kendilerine de geleceğini öngörememeleri sonucu anı yaşayan hayvanlar olmaları belki kabul edilebilirdi. Ya modern insan sonlu olmayı, yakınlarıyla bir daha buluşamamayı, fil, zebra, aslan gibi toprak olmayı kabullenebilecek miydi? Ya ömür boyu çektiği acılar, bu acıları yaşatanların yanına kar mı kalacaktı? 

Yeşil Romantik, yaşamın sonlu olmasını, ölümü, sevdiklerinin birer birer yok olmasını, kendine yapılan haksızlıkları, bu dünyadaki yaşanmamışlıkları kabullenemezdi. Ondandı, her cenaze töreninde, mutlak sonun bir gün kendini de bulacağının bilinci ile, anlamadığı Arap’ın, Arami’nin, İbrani’nin, Latin’in diliyle yeşilin biraz daha koyulaşması. Ondandı, zalim muktedire gücü yetmediğinde "Allah’ından bulasın" ilenci. Ondandı, sonlu olma korkusu ile cennet yahut reenkarnasyon tahayyülü. Fil, zebra, aslan öldüklerinde toprak olabilirdi, onların cennete gitmelerine gerek de yoktu, zaten öteki dünya inancının var olma gerekçelerinden biri de hayvanlarla aramıza sınır çekmek, eşref-i mahlukat lehine değer farkı yaratmaktı. Sonlu olanın hakikat olamayacağı fikri ile "Bu dünya yalan" hayat mottosu haline gelmişti yeşil romantikte. Kızıl romantikler adaleti bu dünyada sağlama peşindeyken, yeşil romantikler adaleti öteki dünya tahayyülüne havale etmişlerdi.

Yeşil romantizm, belli açılardan evrim teorisine ve organik varoluşumuza paralellik de gösteriyordu. Evrimsel organik varoluşta, yaşama ve üremekonusunda başarılı olanlar mevcutözelliklerini sonraki nesillere aktararak varlıklarını sonsuz kılıyorlardı. Yeşil romantizmde ise öteki dünya ve reenkarnasyon tahayyülü ile ruh sonsuzluğa ulaşıyordu. Evrimin üreme yolu ile varlığını sonsuz kılma özelliğinin soyut izdüşümü olan yeşil romantizm o yüzden çok güçlü bir güdü olarak insanlığın bilinçaltına kazındı.  

İlkel atalarımızın en temel güdülerini anadan üryan, aleni bir şekilde gerçekleştiren hayvanlar olmaları belki kabul edilebilirdi, ya romantik modern insan, bu güdüleri tıpkı hayvanlar gibi mekanik duygusuz bir halde kabul edebilecek miydi? Zihnimizdeki hakem "ego", "id"i tamamen bastırıp kantarın topuzunu "süperego" lehine kaçırdığında neler olacaktı?

Eflatun (Platonik) romantik, ilkel formu ile hayvani dürtüleri kabullenemezdi, onu estetize ederek, yücelterek yaşadığı toplumun ve eşref-i mahlûkatın kabul edebileceği edebi mertebeye taşıdı. Ne kadar ulaşılmaz kılındıysa aşkın nesnesi, o kadar koyulaşırdı eflatunun rengi, öyle ki kara sevda ismini almıştı bazı yörelerde. Derin bir mazoşizm hakimdi ruhunda, onun için ulaşmak yaşadığı tatlı sızıdan daha değerli değildi. "Ben sevdim eller aldı" içli çekilen uzun hava halini almıştı eflatun romantikte. Anadolu’nun bozkır aşıkları, tezenesini bağlamanın göğsüne eflatun romantizm namına savuruyordu. Bu romantikler olmasaydı, kütüphanenizin ve müzik repertuarınızın büyük bir kısmı boş kalabilirdi.

"Carpe Diem" ilkesi ile ne geçmiş, ne de gelecek, sonsuz bir şimdiki zamanı yaşayan hedonist avcı toplayıcı atalarımız için yaşlanmak, güçten düşmek belki sıradan doğal bir olaydı, ya modern romantik insan termodinamiğin en temel yasası entropi ile başa çıkabilecek miydi?

Gri Romantik - 1, zamanın akıp gitmesini, güçlü kudretli olduğu gençliğin bir daha geri gelmeyecek olmasını, yaşlanıyor olmayı kabullenemezdi. Siyah beyaz fotoğraflarda derin bir nostalji hissi hakimdi ruhunda. Grundig marka tüplü televizyon kıvamında flashback'ler yaşıyordu gri romantik. Gittiği her yerde, güzel günleri yadedecek örnekler toplardı, bazen sahilde bulduğu çakıl taşı, bazen de okuduğu kitabın arasına yerleştireceği söğüt yaprağı. İnsuyu mağarasından anı niyetine sarkıt koparacak kadar kımıl zararlısı bile olabilirdi. Onunki akıp giden zamanı çaresizce durdurma çabasıydı.  "Nerede o eski bayramlar" dillerinde pelesenk olmuş hayat düsturuydu birinci tür gri romantiğin. Farkında değildi, ama aslında güzel olan eski bayramlar değil, gençliğiydi.

Bir hipoteze göre ilkel atalarımız, limbik sistemdeki hipokampus sayesinde deneyimlerimizi nesnel bir bilgi olarak kaydediyor, amigdala ise kaydedilecek bu bilgiye olumlu/olumsuz duygu katıyordu. Besinin bol bulunduğu şelale gibi ortamların bilgisini mutluluk hissi ile birlikte kaydetmek, bir kabile üyesinin aslan tarafından parçalandığı ortamın bilgisini ise korku hissi ile birlikte kaydetmek, avcı toplayıcı atalarımız için hayati öneme sahipti. İlkel atalarımız için yuva, besinin bol bulunduğu, karnın doyduğu her mekândı, modern insan sadece karnının doyduğu mekânı vatan telakki edebilecek miydi? 

Gri Romantik - 2, alışamadığı yaban ellerini, bir türlü dikiş tutturamadığı yeni ortamı, güven ve huzur bulamadığı gurbeti kabullenemezdi. Ailesinin ve yakınlarının desteklerini esirgemediği, iletişimin nispeten kolay olduğu, yaşamın onun için daha kolay idame edildiği mekana özlem duyardı bu romantikler. Burunda acı bir sızı ile başlıyordu, ikinci tür gri romantizm. Nostaljikler bulunduğu zamanı kabullenemezken, ikinci türden gri romantikler bulunduğu ortamı kabullenemiyor, sıla hasreti çekiyorlardı.

"Anadolu'da bir köy mezarlığına gömün beni

Ve de uyarına gelirse,

Tepemde bir de çınar olursa

Taş maş da istemez hani…"

Ayrık kabileler halinde yaşayan avcı toplayıcı atalarımız, aynı tür yiyecekler ile beslenmelerinden dolayı besin için birbirleri ile sıklıkla güç mücadelesine giriyorlardı. Tıpkı aynı kaynaktan, yani insandan beslenen kedi ile köpeğin kavgası gibi. Hatta düşman kabile algısı provoke edilerek, kendi kabile üyelerinin birbirlerine bağlılıkları güçlendiriliyordu. Yakın atamız Cro-Magnon, geniş alınlı, kızıl saçlı, kemik yapısı kendisinden oldukça farklı tıknaz taş devri insanı görünümlü yakın kuzenlerimiz Neandertaller ile Avrupa’da güç mücadelesine girmiş ve Neandertaller’in soylarını kurutmuştu. 

Modern romantikler, kendi çağlarında bir ırkın başka bir ırka soykırım uygulamasını ya da o ırkın köleleştirmesini, bir milletin başka bir milleti asimile ederek yok etmesini kabul edebilecek miydi?                                

Yedi renkli romantik, tek tipleştirmeyi, insan zihninde gelişen ana-baba imgesinin tarumar edilmesini kabullenemezdi. Çeşitliliğin ve çok sesliliğin kutsallığına inanıyordu bu romantik. Hayatı motive eden kaynağın farklılıklar olduğunun farkındaydı. Yok olmaya yüz tutmuş dillere, inanışlara ve kültürlere sempati besliyordu. "Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine" yaşam felsefesiydi yedi renkli romantiğin. İnsanların kimliklerini ana babasından aldığının, dolayısıyla o insanların kimliklerinden vazgeçmesini beklemenin, ana babalarından vazgeçmelerini beklemek olduğunu biliyordu yedi renkli romantik. Bulunduğu toplumda azınlık olan insanlarda görülmekle birlikte empati kurabilen vicdanlı insanlarda da görülebiliyordu bu tür romantizm. Ezilenin ve hor görülenin yanında olması bağlamında kızıl romantik ile organik bağı vardı yedi renkli romantiğin.

"Benim oğlan benim yaşıma bastığı zaman,

Ben bu dünyada olmayacağım,

Ama harikulâde bir beşik olacak dünya,

Siyah, Beyaz, Sarı

Bütün çocukları sallayan

Mavi atlas döşekli bir beşik…"

Homo Romanticus hayvan olduğuna dair bütün somut ve soyut delilleri bir bir yok ettiğini düşünüyordu. Aslında üzerindeki kıyafetlerin göz alıcı olduğuna kendini inandırmış, çıplak bir kraldı Homo Romanticus. Ta ki güneşi batmayan ülkenin Atlas Okyanusuna açılan serüvencileri arasında kendi halinde doğa aşığı bir doktor "kral çıplak" diyene kadar. Charles Robert Darwin, canlılar aleminin ayrık kralı insanın tahtını derinden sarsmıştı. Homo Romanticus'un ilk tepkisi, sanal dünya Matrix'de plasentadan koparılarak derin uykusundan uyandırılmış Neo'nun, Nebuchadnezzar'a ilk çıktığındaki tepki ile aynıydı, mide bulantısı ve kusma. Tıpkı gözler ile kulağın çelişkili verileri beyne yolladığı deniz tutmasında olduğu gibi.      

Uzak Asya'dan Akdeniz'e kısrak başı gibi uzanan Küçük Asya’nın bozkırında bir grup genç, serüvenci doktordan 150 yıl sonra bile, insanın şempanze ile kuzen olduğunu, dahası bütün canlıların ulu bir çınarın dalları olduğunu Homo Romanticus'a anlatmaya devam ediyordu. İkna sürecinin bu kadar zorlu olması, delillerin yetersiz olması ya da karmaşık olması değildi, mesele tamamen duygusaldı.

  
824 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın