• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/tabusalcom?ref=hl
  • https://twitter.com/tabusal
Sosyalizme Son Çıkış

Çeviren: S. Erdem Türközü

Kaynak Site: Dünyadan Çeviri

 


Slavoj Žižek, Jacobin’de, bugünün patlayan ekolojik krizlerinin, insanlığın sosyalizme (köprüden önceki) son çıkışına ilişkin gerçekçi bir olasılık açtığını yazıyor. Sosyalizm kurtuluşumuz olabilir mi, yoksa artık çok mu geç?


En son veriler, aşının (çok eşitsiz) yayılmasından sonra bile, salgın önlemlerinde gevşemeyi ve eski normale dönmeyi göze alamayacağımızı açıkça ortaya koyuyor.

Salgın bitmediği gibi (enfeksiyon sayıları yeniden artıyor, yeni karantinalar bizi bekliyor), ufukta beliren başka felaketler de var. Haziran 2021’in sonunda, Amerika Birleşik Devletleri’nin Kuzeybatısı ve Kanada’nın Güneybatısı üzerinde bir ısı kubbesi -bir yüksek basınç sırtının sıcak havayı yakalayıp sıkıştırdığı, sıcaklıkları artırdığı ve bölgeyi fırınladığı bir hava olayı- sıcaklıkların 50°C’ye (122°F)  yaklaşmasına neden oldu, yani Vancouver Ortadoğu’dan daha sıcaktı.

Bu hava durumu patolojisi çok daha geniş bir sürecin sadece doruk noktasıdır: son yıllarda kuzey İskandinavya ve Sibirya düzenli olarak 30°C’nin (86°F) üzerinde sıcaklıklar görmektedir. Dünya Meteoroloji Örgütü, Sibirya’nın Kuzey Kutup Dairesi’nin kuzeyindeki Verkhoyansk’ta bir meteoroloji istasyonuna sahipti ve 20 Haziran’da 38°C (100,4°F) kaydetti. Haziran ayında hiç olmadığı kadar sıcaktı (31,6°C [88,9°F]). Kısacası: “İklim değişikliği Kuzey Yarımküre’yi kızartıyor.”

Doğru, ısı kubbesi yerel bir görüngü ama insanların doğanın döngülerine müdahalesinden kaynaklandığı açıkça belli olan, izleklerin küresel düzeyde bozulmasının sonucudur. Bu ısı dalgasının okyanustaki yaşam için yıkıcı olan sonuçları şimdiden elle tutulur durumda: Uzmanlar, “‘Isı kubbesi’nin büyük olasılıkla Kanada kıyılarında bir milyar deniz hayvanını öldürdüğünü” söylüyor. “Kanada’nın batısındaki bir eyalet olan British Columbia’dan bir bilim insanı, ısının midyeleri kelimenin gerçek anlamında ‘pişirdiğini’ ifade ediyor: ‘Yürürken kıyıda genellikle çıtırtı sesleri duymazsınız.’”

Hava genel olarak ısınırken, bu süreç yerel uç noktalarda doruğa ulaşıyor ve bu yerel uç noktalar er ya da geç bir dizi küresel kırılma noktasında birleşecek. Temmuz 2021’de Almanya ve Belçika’da meydana gelen feci seller de bu kırılma noktalarından biri ve ardından ne geleceğini kim bilebilir? Felaket yakın gelecekte başlayacak bir şey değil, şimdi ve burada. Uzak bir Afrika ya da Asya ülkesinde değil, gelişmiş Batı’nın tam kalbinde. Açıkça söylemek gerekirse, birden fazla eşzamanlı krizle yaşamaya alışmamız gerekecek.

Bir sıcak hava dalgası, en azından kısmen, doğanın pervasızca endüstriyel sömürüsü tarafından koşullanmakla kalmıyor, aynı zamanda, ondan nasıl etkilendiğimiz de toplumsal örgütlenmeye bağlı değişiyor. Güney Irak’ta Temmuz 2021’in başında, sıcaklıklar 50°C’nin (122°F) üzerine çıktı ve eşzamanlı olarak meydana gelen şey, elektrik tedarikinin tamamen çökmesiydi (klima yok, buzdolabı yok, ışık yok); bu da orayı yaşayan bir cehenneme çevirdi. Bu feci etkinin, Irak’ta milyarlarca dolar petrol gelirinin özel ceplerde kaybolduğu muazzam devlet yolsuzluğundan kaynaklandığı açık.


Ölümümüze giden yoldan nihai bir çıkış var mı yoksa çok mu geç, tek yapabileceğimiz acısız intiharın bir yolunu bulmak mı?


Bu (ve sayısız başka) verilere kafamız açık bir şekilde baktığımızda, çıkarılacak basit bir sonuç var: Kolektif ya da bireysel, her canlı varlık için nihai çıkış ölümdür (bu yüzden Derek Humphry, 1992’de yazdığı, yardım alarak gerçekleştirilen intiharı savunduğu kitabına Final Exit adını vermekte haklıydı). Son zamanlarda patlayan ekolojik krizler, insanlığın kendisinin nihai çıkışına (toplu intihar) ilişkin gerçekçi bir olasılık sunuyor. Ölümümüze giden yoldan nihai bir çıkış var mı yoksa çok mu geç, tek yapabileceğimiz acısız intiharın bir yolunu bulmak mı?

Dünyadaki Yerimiz

Peki böyle tatsız bir durumda ne yapmalıyız? Her şeyden önce, ekolojik krizinden çıkarılacak dersin bizim doğanın merkezi değil, bir parçası olduğumuzu, bu yüzden yaşam tarzımızı değiştirmemiz gerektiğini (bireyciliğimizi sınırlandırmalı, yeni dayanışmalar geliştirmeli ve gezegenimizdeki yaşam içinde mütevazı bir yerimizi kabul etmeliyiz gibi) anlamak olduğunu ileri süren ortak akıldan kaçınmalıyız. Judith Butler, ortak aklın çıkardığı bu dersi şöyle savunup ifade ediyor: “İnsanlar için yaşanabilir bir dünya, merkezinde insanların olmadığı, serpilip gelişen bir yeryüzüne bağlıdır. Çevresel toksinlere, sadece biz insanlar zehirlenmekten korkmadan yaşayabilelim ve nefes alabilelim diye değil, aynı zamanda su ve havanın kendi merkezimizde olmayan hayatlara sahip olması gerektiği için de karşı çıkıyoruz.”

Ama küresel ısınma ve diğer ekolojik tehditler, bizden çevremize kolektif müdahaleler talep etmiyor mu? Üstelik bu müdahaleler, yaşam biçimlerinin kırılgan dengesine inanılmaz derecede güçlü, doğrudan müdahaleler olmayacak mı? Ortalama sıcaklık artışının 2°C’nin (35,6°F) altında tutulması gerektiğini söylediğimizde, mütevazı bir tür olarak değil, yeryüzünde yaşamın “genel müdürleri” olarak konuşuyoruz (ve harekete geçmeye çalışıyoruz). Yeryüzünün yenilenmesi, açıkçası, “rolümüzü küçültmemize ve özenli hale gelmemize” bağlı değil. Tam aksine, bizim sonluluğumuz ve ölümlülüğümüzle ilgili tüm konuşmaların altında yatan hakikat olan, devasa rolümüze bağlıdır.

Su ve havanın yaşamını da önemsemek zorundaysak, bu, tam da Marx’ın “evrensel varlıklar” dediği şey olduğumuz, kendimizin dışına çıkabilen, kendi omuzlarımızın üzerinde durabilen ve kendimizi doğal bütünlüğün küçük bir uğrağı olarak algılayabilen olduğumuz anlamına gelir. Sonluluğumuzun ve faniliğimizin rahat alçakgönüllülüğüne kaçmak, bir seçenek değildir; bu, felakete giden yolda köprüden önceki yanlış bir çıkıştır. Evrensel varlıklar olarak, çok büyük ya da çok küçük olduğu için doğrudan algılayamadığımız şeylerin yanı sıra, çöp ya da kirlilik olarak algıladığımız şeyleri içeren tüm ele avuca gelmez karışımı içinde (Timothy Morton’un “hiper nesneleri”) çevremizi kabul etmeyi öğrenmeliyiz. Morton’a göre, ekolojik olmak:


el değmemiş doğal koruma alanında zaman geçirmek hakkında değil, betondaki bir çatlaktan yolunu bularak ilerleyen otun kıymetini bilmek ve ardından da betonun kıymetini bilmek hakkındadır. O da bu dünyanın parçasıdır ve bizim bir parçamızdır…


(…) Gerçeklik, yazar Morton, “tuhaf yabancılar”la(1) –“acayip ama bilinebilir” nesnelerle- kirletilmiştir. Morton, bu tuhaf tuhaflığın/yabancılığın [strange strangeness], karşılaşılabilecek her kaya, ağaç, teraryum, plastik Özgürlük Anıtı, yıldızsı gökcismi, kara delik ya da ipek maymununun indirgenemez bir parçası olduğunu yazar; bunu kabul ederek, nesnelerde ustalaşmaya çalışmaktan, ele geçmezlikleri içinde nesnelere saygı duymaya geçeriz. Romantik şairler doğanın güzelliği ve yüceliği hakkında methiyeler düzerken, Morton onun her yeri saran tuhaflığına yanıt veriyor; bunlar korkutucu, çirkin, yapay, zararlı ve rahatsız edici olan her şeyi doğal kategorisine dahil ediyor.

Bu, pandemi sırasında Manhattan’daki sıçanların kaderi gibi bir karışımın, mükemmel bir örneği değil mi? Manhattan, insanların, hamamböceklerinin… ve milyonlarca sıçanın yaşayan bir sistemidir. Sıçanlar için pandeminin zirvesinde karantina, tüm restoranlar kapatıldığından, restoranların çöpleriyle geçinen sıçanların yiyecek kaynağından mahrum kalması anlamına geliyordu. Bu kitlesel açlığa neden oldu: birçok sıçan, yavrularını yerken görüldü. İnsanların yeme alışkanlıklarını değiştiren ama onlar için hiçbir tehdit oluşturmayan restoranların kapanması, sıçanlar, yoldaş olarak sıçanlar için bir felaketti.

Yakın tarihin bir başka benzer kazası da “yoldaş olarak serçe” olarak adlandırılabilir. 1958’de, İleriye Doğru Büyük Atılım‘ın başlangıcında, Çin yönetimi “kuşların kapitalizmin kamusal hayvanları olduğunu” ilan etti ve yılda yaklaşık dört kilo tahıl tükettiğinden şüphelenilen serçeleri ortadan kaldırmak için büyük bir seferberlik başlattı. Serçe yuvaları yok edildi, yumurtalar kırıldı ve civcivler öldürüldü; milyonlarca insan gruplar halinde toplanarak, serçelerin yorgunluktan ölmelerini sağlamak amacıyla, yuvalarında dinlenmelerini önlemek için tencere ve tavalarla gürültü çıkardı.


Yeryüzünün yenilenmesi, açıkçası, “rolümüzü küçültmemize ve özenli hale gelmemize” bağlı değil. Tam aksine, bizim sonluluğumuz ve ölümlülüğümüzle ilgili tüm konuşmaların altında yatan hakikat olan, devasa rolümüze bağlıdır.

Bu kitlesel saldırılar serçe nüfusunu tüketti ve neredeyse yok olmaya itti. Bununla birlikte, 1960 Nisanı’na kadar giden süreçte, Çinli liderler, serçelerin tarlalarda çok sayıda böceği yediğini fark etmek zorunda kaldı; bu yüzden serçe katliamı seferberliğinden sonra, pirinç verimi artmak yerine önemli ölçüde azalmıştı: serçelerin yok edilmesi ekolojik dengeyi bozdu ve böcekler, doğal yırtıcıların yokluğu nedeniyle ekinleri yok etti. Bununla beraber o zamana kadar çok geç kalınmıştı: onları yiyecek serçeler olmadan, çekirge nüfusu katlandı; yaygın ormansızlaşma, zehirlerin ve pestisitlerin yanlış kullanımı da dahil olmak üzere Büyük İleri Atılım’ın neden olduğu ekolojik sorunlarla bir araya gelerek, tüm ülkeyi kapladılar. Ekolojik dengesizlik, milyonlarca insanın açlıktan öldüğü Büyük Çin Kıtlığının alevlenmesiyle ilişkilendirildi. Sonunda Çin yönetimi, nüfuslarını yenilemek için Sovyetler Birliği’nden 250.000 serçe ithal etme yoluna başvurdu.

Öyleyse, yine, bu katlanılamaz durumda (katlanılamaz çünkü yeryüzündeki türlerden biri olduğumuzu kabul etmek zorundayız ama aynı zamanda yeryüzü üzerindeki yaşamın evrensel yöneticileri olarak hareket etmek şeklindeki olanaksız görevin de yükü altındayız) ne yapabiliriz ve yapmalıyız? Diğer, belki de daha kolay çıkışları kullanamadığımız için (küresel sıcaklıklar yükseliyor, okyanuslar giderek daha fazla kirleniyor…), nihai çıkıştan önceki son çıkışın, bir zamanlar “savaş komünizmi” denilen şeyin [Yeni Yeşil Düzen/New Green Deal vb. öneriler] bir türü olacağı giderek daha fazla belirginleşiyor.

Eldeki Tüm Olanakları Kullanarak

Bununla kastettiğim şey, yirminci yüzyılın “reel” sosyalizminin herhangi bir şekilde rehabilitasyonu ya da devam ettirilmesi değil, Çin modelinin küresel ölçekte benimsenmesi hiç değil… Kastım, bizzat içinde bulunduğumuz durumun dayattığı bir dizi önlem. (Sadece bir ülke değil) hepimiz varlığımıza yönelik bir tehditle karşı karşıya kaldığımızda, en azından onlarca yıl sürecek, savaş benzeri bir acil duruma gireriz. Hayatta kalmamızın asgari koşullarını basitçe güvence altına almak için, küresel ısınma nedeniyle düzinelerce, belki de yüz milyonlarca insanın yerinden olması da dahil olmak üzere, duyulmamış zorluklarla başa çıkmak için, tüm kaynaklarımızı seferber etmek kaçınılmazdır.

Amerika Birleşik Devletleri ve Kanada’daki ısı kubbesine yanıt, yalnızca etkilenen bölgelere yardım etmek değil, aynı zamanda başımıza gelenin küresel nedenlerine de saldırmaktır. Ve Güney Irak’ta süregiden felaketin açıkça gösterdiği gibi, toplumsal patlamaları önlemek için felaket koşullarında insanların asgari refahını sağlayabilecek bir devlet aygıtına ihtiyaç duyulacaktır.

Bütün bunlar -umarım- ancak güçlü ve zorunlu uluslararası işbirliği, tarım ve sanayinin sosyal kontrolü ve düzenlenmesi, temel beslenme alışkanlıklarımızdaki değişiklikler (daha az sığır eti), küresel sağlık hizmetleri vb. yoluyla başarılabilir. Daha yakından bakıldığında, temsili siyasi demokrasinin tek başına bu görev için yeterli olmayacağı açıktır. Uzun vadeli taahhütleri yerine getirebilecek çok daha güçlü bir yürütme gücü, insanların yerel öz-örgütlenmelerinin yanı sıra muhalif ulusların iradesini geçersiz kılabilecek güçlü bir uluslararası organla birleştirilmelidir.

Burada yeni bir dünya hükümetinden bahsetmiyorum –bu tür bir varlık, muazzam bir yozlaşmaya fırsat verecektir. Ve piyasaları ortadan kaldırma anlamında komünizmden bahsetmiyorum -devlet ve toplum tarafından düzenlenen ve denetlenen bir rol olmasına rağmen, piyasa rekabeti bu süreçte bir rol oynamalıdır. O halde “komünizm” terimini kullanmanın ne anlamı var? Çünkü yapmamız gereken, her gerçek radikal rejimin dört yönünü içerir.

Birincisi, gönüllülük söz konusu: Gereksinilecek değişiklikler herhangi bir tarihsel zorunluluğa dayanmaz; bunlar tarihin kendiliğindenlik eğilimine karşı yapılacaktır -Walter Benjamin’in dediği gibi, tarih treninde acil durum frenini çekmemiz gerekiyor. Ardından, eşitlikçilik geliyor: küresel dayanışma, sağlık ve herkes için asgari düzeyde insanca yaşam. Onun ardından, devam eden pandemiyle başa çıkmak için aldığımız önlemlerle tadına vardığımız, katı liberallere “terör” olarak görünmekten başka bir şey yapamayan unsurlar var: birçok kişisel özgürlüğün sınırlandırılması ve yeni denetim ve düzenleme biçimleri. Son olarak, insanlara güven var: Sıradan insanların aktif katılımı olmaksızın her şey kaybedilecek.

İleriye Giden Yol

Bütün bunlar hastalıklı bir distopik vizyon değil, içinde bulunduğumuz çıkmazın basit gerçekçi değerlendirmesinin sonucudur. Bu yolu seçmezsek, ABD ve Rusya’da hâlihazırda sürmekte olan tamamen çılgın durum galebe çalacak: İktidar seçkinleri, binlerce kişinin aylarca hayatta kalabileceği devasa yeraltı sığınaklarında krizleri atlatmaya hazırlanıyor. Bahaneleri, hükümetlerin bu koşullarda bile işlemesi/yönetenlerin kurtulması gerektiği. Kısacası, yönetim yeryüzünde üzerinde otoritesini uygulayacağı hiç kimse hayatta olmadığında bile çalışmaya devam etmelidir.

Yönetimlerimiz ve iş dünyasının seçkinleri şimdiden bu senaryoya hazırlanıyor, bu da alarm zilinin çaldığını bildikleri anlamına geliyor. Dünyamızın dışında uzayda bir yerde mega zenginlerin yaşama olasılığı gerçekçi olmasa da, bazı mega zengin bireylerin (Musk, Bezos, Branson) uzaya özel uçuşlar düzenleme girişimlerinin, dünya üzerindeki varlığımızı tehdit eden felaketten kaçma fantezisinin dışavurumları olduğu sonucuna varmaktan kaçınılamaz. Peki kaçacak yeri olmayan bizleri neler bekliyor?

Çevirenin notları:

(1) ‘strange strangers’ sözcük oyunu Türkçe’ye yansıtılamadı-ç.n.

Kaynak metin: https://jacobinmag.com/2021/07/slavoj-zizek-climate-change-global-warming-nature-ecological-crises-socialism-final-exit

  
531 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın