• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/tabusalcom?ref=hl
  • https://twitter.com/tabusal
Efendi Ahlakı ve Köle Ahlakı — Friedrich Nietzsche

Kaynak site: Yersiz Şeyler

Dünyada bugüne dek hüküm sürmüş ve halen hüküm süren kaba ve incelikli ahlakları dolaştıkça hem düzenlice birlikte beliren hem de birbirine bağlanan belli unsurlar buldum ve sonunda iki başat tip bana kendini gösterdi ve köklü bir ayrım ortaya çıktı.

Efendi ahlakı vardır ve köle ahlakı vardır – gerçi yüksek ve karma medeniyetlerin hepsinde iki ahlakı barıştırma girişimleri olduğunu belirtmeliyim, yine de sıklıkla ikisi arasında karışıklık çıktığı ve birbirlerini yanlış anladıkları görülür, kimi zamansa yakın ve bitişik dururlar – aynı anda tek bir insanda, tek bir canda bile olabilirler. Ahlaki değer ayrımları ya hükmettiği sınıftan farklı olmaktan memnuniyet duyan bir egemen kasttan kaynaklanmıştır ya da hükmedilen sınıftan, yani her türlü köle ve uyruktan kaynaklanmıştır.

Birinci durumda, “iyi” kavramını egemenler belirlediğinde, yüce ve gururlu mizacın ayırt edici özellik olduğu ve kademe sıralamasını belirlediği görülür. Asil tipteki insan yüce ve gururlu mizacın tersini sergileyen varlıkları kendisinden ayırır ve onları hor görür. Dikkat edin: Bu birinci ahlak türünde [kalite bakımından] “iyi” ve “kötü” (good-bad) zıtlığı pratikte “asil” ve “hor” zıtlığı ile aynıdır – [niyet bakımından] “iyi” ve “kötü” (good-evil) zıtlığı ise farklı bir kaynaktan gelir.

Korkak, çekingen, önemsiz olanlar, sadece dar kullanımları düşünenler hor görülür; dahası, güvensiz olanlar, zoraki bakışları, kendini küçültenler, istismar edilmeye izin veren köpeksi insan türü, dilenen yalakalar ve özellikle de yalancılar: Sıradan insanların hakikatsiz oldukları aristokratların hepsinde temel bir inançtır. “Biz hakiki olanlar” diyordu antik Yunanlı asiller.

Belli ki ahlaki değerler her yerde ilk başta insanlara yüklenmiş; ancak türetim yoluyla ve sonraki bir dönemde eylemlere yüklenmiştir; o halde ahlak tarihçilerinin “Sempatik eylemler neden övgü almıştır?” gibi sorulardan yola çıkması büyük bir hatadır. Asil tipteki insan kendisini değerlerin belirleyicisi sayar; onaylanmaya gereksinim duymaz; muhakemesini kendi yapar: “Bana zarar veren her neyse kendi içinde zararlıdır;” şeyleri onurlandıranın sadece kendisi olduğunu bilir; o bir değer yaratıcısıdır. Kendinde tanıdığı ne varsa onurlandırır: Bu ahlak kendini yüceltmeye eşdeğerdir.

Ön planda bolluk hissi vardır, taşmak isteyen güç bolluğu, heyecanlı olmanın mutluluğu, istekle veren ve hediye eden bir zenginlik bilinci: Asil insan talihsizlere de yardım eder, ama (neredeyse hiç) acımayla değil, aşırı güç bolluğundan gelen bir itkiyle yapar bunu. Asil insan kendinde güçlü olanı onurlandırdığı gibi onun üzerinde güç sahibi olanı da onurlandırır, nasıl konuşacağını ve nasıl suskun kalacağını bileni, kendini ciddiyet ve sertliğe maruz bırakmaktan zevk alanı, ciddi ve sert olan herşeye hürmet duyanı onurlandırır. Eski bir İskandinav Destanı şöyle der: “Wotan sert bir kalp koydu göğsüme.” İşte gururlu bir Viking bunu haklı olarak dile getirmiştir. Bu tip bir insan için sempatiye uygun olmamak bile gurur nedenidir; Destan kahramanı bu yüzden uyarır: “Gençken kalbi sert olmayanın kalbi asla sert olmaz.”

Böyle düşünen asil ve cesur kişilerin ahlakı, o halde, ahlaki karakteri sempatide veya başkalarının iyiliği için yapılan eylemlerde veya özgecilikte görenlerden olabildiğince uzaktır; kendine iman etmek, kendinden gurur duymak, “diğerkamlık” karşısında köklü bir düşmanlık ve alaycılık kesinlikle asil ahlaka aittir, sempati ve “sıcak kalbin” olduğu yerlerde ilgisiz horgörü ve ihtiyat da ona aittir.

Onurlandırmayı bilenler güçlü olanlardır, bu onların sanatıdır, onların buluş alanıdır. Yaş ve geleneğe derin hürmet –bütün yasalar bu ikili hürmete dayanır– atalar lehine ve yeni gelenler aleyhine inanç ve önyargı, güçlülerin ahlakında tipiktir; ve eğer, tersine, “modern fikirli” insanlar adeta içgüdüsel olarak “ilerleme” ve “geleceğe” inanıyorsa ve yaşlılara giderek daha az saygı gösteriyorsa, bu “fikirlerin” asaletsiz kaynağı bu boşvermişlikle kendi kendisine ihanet etmiş olur.

Egemen sınıf ahlakı ise günümüz modasında özellikle yabancı ve rahatsız edici sayılır çünkü bu ahlakın katı bir ilkesine göre kişi yalnızca dengine karşı yükümlüdür; eylemlerin alt kademe varlıklara yönelebilmesi, bütün yabancılara yönelebilmesi, canın istemesine, “kalbin arzusuna” bağlıdır, her halükarda “iyi ve kötünün ötesinde”dir: Sempati ve benzer hissiyatların işte burada bir yeri olabilir.

Uzun vadeli şükran gösterme ve uzun vadeli intikam alma yeteneği ve yükümlülüğü –ikisi de yalnızca denkler arasında– mukabelede mahirlik, dostluk fikrinde usturup, (haset, kavgacılık, kibir duygularının dışavurulacağı) düşmanlar edinme gerekliliği (aslında iyi bir dost olmak için): Bütün bunlar asil ahlakın tipik özellikleridir, dediğimiz gibi bu ahlak “modern fikirlere” ait değildir, o yüzden şu anda onu fark etmek ve meydana çıkarmak zordur.

İkinci ahlak tipi olan köle ahlakında işler başka türlüdür. İstismar edilenler, ezilenler, acı çekenler, özgürleşmemiş olanlar, yılgın olanlar ve kendinden emin olmayanlar ahlakçılık yaptığı zaman savunacakları değerlerin ortak öğesi ne olur? Muhtemelen insanın genel durumuyla ilgili kötümser bir kuşku ifade bulacaktır, belki insan ve içinde bulunduğu durum kınanacaktır. Kölenin bakışı güçlülerin erdemlerini tasvip etmez; onda kuşkuculuk ve güvensizlik vardır, onurlandırılan ve “iyi” olan herşeyde güvensiz unsurun damıtılması vardır – ondaki mutluluğun sahici olmadığına bile isteye kendini ikna edecektir.

Öte yandan, acı çekenlerin varoluşunu kolaylaştırmaya yarayan nitelikler göz önüne çıkar ve iyice parlatılır; işte burada sempati, nezaket, yardım eli, sıcak kalp, sabır, gayret, tevazu ve dostanelik onur kazanır; zira burada en işe yarar nitelikler bunlar olur, belki de ancak bunlar aracılığıyla o varoluş yükü desteklenebilir. Köle ahlakı özünde kullanım ahlakıdır.

Meşhur [niyet bakımından] “iyi” ve “kötü” (good-evil) zıtlığının kaynaklandığı yer işte burasıdır: Gücün ve tehlikeli olmanın kötülerde olduğu varsayılır, belli bir korkunçluk, kurnazlık ve sağlamlık hor görülemez. Köle ahlakına göre “kötü” (evil) insan korku uyandırır; efendi ahlakına göreyse korku uyandıranlar ve korku salmak isteyenler tam da “iyi” insanlardır, kötü (bad) insan hor bir varlık sayılır.

Köle ahlakının mantıksal sonuçlarına uygun olarak nihayet bu ahlakı benimsemiş “iyi” insana (hafifçe ve iyi niyetle de olsa) bir ucuzluk gölgesi düştüğü zaman aradaki karşıtlık zirve yapar; çünkü hizmetkar düşünce tarzına sorarsanız iyi insan her halükarda güvenli insan olmalıdır: iyi huyludur, kolayca kandırılır, belki biraz aptaldır, “güzel insan”dır (un bonhomme). Köle ahlakının yükselişe geçtiği her yerde konuşulan dillerde “iyi” ve “aptal” kelime anlamlarında yakınlaşma eğilimi baş gösterir.

Son ve temel bir fark: Özgürlük arzusu, mutluluk içgüdüsü ve özgürleşme hissi arıntıları kesin olarak köle ahlakına ve maneviyatına aitken, hüner ve hürmet ve adanma hevesi aristokrat bir düşünme ve değerlendirme tarzının düzenli semptomlarıdır.

Böylece fazla teferruata girmeden tutku olarak sevginin –ki biz Avrupalıların özgünlüğüdür– neden kesinlikle asil kaynaklı olması gerektiğini anlayabiliriz; bu buluşun Provenceli ozan-aşıklara ait olduğu iyi bilinir, “şen bilim”in (gai saber) bu pırıl pırıl dahi insanlarına Avrupa’nın borcu büyüktür, Avrupa adeta kendisini bu insanlara borçludur.

Friedrich Nietzsche (1886) İyi ve Kötünün Ötesinde, §260.

Türkçesi: Işık Barış Fidaner

  
519 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın