• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/tabusalcom?ref=hl
  • https://twitter.com/tabusal
Hatice Özhan
Bağırmak
05/09/2023

Hatice Özhan

 

Dikkatimi son zamanlarda üzerinde en çok toplayan ayrıntıların başında ‘bağırmak’ meselesi geliyor. Mesele olarak özellikle nitelendiriyorum bağırmayı çünkü yaygınlaşmasına bakılırsa sadece bir eylem, davranış biçimi olarak tanımlamak yetersizlik olurdu. Yaşamın neredeyse tüm alanlarında insanların, sorun addettikleri durumlar karşısında kullandıkları ilk baş etme stili yalnızca bağırmakken bunu bir mesele olarak görmezden gelmek tuhaflıktır. Oldum olası “Dünya barışı” gibi her kuşağın ezberinde bir yer edinen iyi niyet temennisine tutunan sevgi pıtırcıkları ile dolu dünyamızda insanların tercihini bağırmaktan yana kullanması ayrıca da bir tuhaflık değil midir? Agresif eğilimler içeren bu stilin iletişimde rağbet görerek diğer davranış stillerini gerisinde bırakmasıyla tuhaflığın çapı gitgide genişleyeceğe benziyor.  

Hal böyleyken de gürültüsünü içinde yaşayan insanların sayısı gitgide azalıyor.  Vaktiyle Kemalist cenahtan “iyimser” bir yazarın sosyolojik körlüğünü içeren, “Biz ne zaman böyle bir ülke olduk?” içerlemesine de sarılmayacağım bu azalma için. Bu ülke hep böyleydi de, asıl dünyadaki benzer gidişatın nedeniyle aklım epey meşgul.

Sokakta, işte, televizyon ekranlarında, sinemada, siyasette ki neredeyse dünya genelinde söz konusu stilin yaygınlığı hâkim ve insan mefhumunun ilkel taraflarını bu denli rahatça dışavurumu, agresifliğin normalleşmesi bana tuhaf ve bir o kadar da korkutucu geliyor.

Konuşmak demodedir belki de?

Biraz daha çocukluğa inildiğinde bilineceği ya da hatırlanacağı üzere eğitimin ilk aşamasında çocuklara yazmaktan önce konuşmak öğretilir. İletişimde doğru konuşmanın öneminin sağlanılmasıyla beraber çocuklar yazmanın dingin sularına adım atarlar. Tersinin geçerli olduğu daha statik, geleneksel eğitim anlayışında ise çocuk en ilkin yazma edimiyle kuşatıldığından doğru iletişim olanağından yoksun bir şekilde duygularını içselleştirme ve ifade etme olanaklarından mahrum kalırdı.

Neyse ki bu mahrumiyeti ortan kaldıran birey merkezli anlayışa geçilmesiyle beraber kişide duygu kontrolünü de sağlayan konuşma edimi öncelikli oldu ve agresif eğilimlerde azalma göstermeye başladı. İletişim ağırlıklı süreçler nihayetinde kişinin bunaltıcı durumlardan yakasını kolaylıkla sıyırmasını kolaylaştırabildi. İnsanların odağına iyi giden bu iletişimi yerleştirme çabalarına rağmen dünyanın etrafında bitmek bilmeden yankılanan bağırtı çağırtı sesleri peki nedendir? 

Kötü bir şekilde yönlendirilmiş her şeyde olduğu gibi insan mizacı da, bu iyi niyet çabalarının çok öncesinde agresifliğin kucağına itilmiş olduğundan olabilir mi acaba? Neden? Neden?...

Yazdıklarım kof kişisel gelişim öğütleri veyahut öğretileri gibi algılanmamalıdır. Saldırgan bir eğilim olan bağırtıyla defaatle karşılaşıyor olmamın beni yazmaya mecbur ettiği bir iç döküştür. Bencil, reddeden insanların negatif etkilerinin dünyayı işgal altına aldığına iknasındayım ve bağırmanın neredeyse evrensel bir ifade biçimi olarak benimsendiği işgal altındaki bu dünyanın bir yerlerinde sayıları azalan diyalog sahibi insanların var olduklarını bilmek de bir teselli vermiyor. Mesafeli, buyurgan, sloganik eğilimlerini birer larva gibi bulundukları toplumlara yerleştiren insanların yeni peyda olmuş bir gerçeklik olmadıklarının da farkındayım. Bağırmanın onlara usanç vermeyeceğinin, onların hangi anlarda bağıracaklarının da farkındayım.   

 

Durmadan bağırıyorlar, bağıracaklar da…

Duygusal olarak olgunlaşmadıklarından gerçek duygularından korkarak sakınan bu insanlar durmadan bağıracaklardır.

Gerçekle mücadele sabır ve fazladan direnç gerektirdiğinden gerçeği karşılarına alıp onunla savaşamayan onlar bağırıyor, bağıracaktır. Çünkü bildikleri tek savunma mekanizması budur da ondan.

İnsanlarla duygusal bağ kurmakta zorlandıkları için bariton sesleriyle bağırıyorlar.

Duygularının olgunlaşmasını beklemek bir yana yüzeydeki naif duyguları da akıntıya bilerek kaptırdıklarından, duygusal olgunlaşmayı gerçekleşmemiş bir efsane olarak gerilerinde hiç düşünmeden bırakırlar. Başkalarıyla iyimser ilişkilerin getireceği sağlıklı duygusal bağ, hiç açılmadan kapanmış bir sayfadır ve kendi elleriyle kaybettirdikleri bu şeyin yokluğunda avazları çıktığı kadar bağıranlar yine onlardır.   

Dürtü kontrolleri yitmiştir, empati yenilebilir bir şeydir belki de onlar için, tek duydukları ses kendilerininkidir, duyarlar ama işitmezler, görürler ama anlamazlar ve nihayetinde yine bağırırlar en yüksek perdeden.

Kendi iyilik ve kötülük anlayışlarını sorgulamak asla akıllarına bile gelmez, iyilikle kötülük kendilerinde atomiktir, parçalanarak birleşemezler asla. Kötülükle imtihanları fayda sağladıkları orandadır, iyilikse bir karşılığı varsa şayet bir realitedir kanılarınca. İnsanlık durumunun temeline fayda döşediklerinden en küçük bir sarsıntıda dünyaları başlarına yıkılır ve hesapları tutmadığından büsbütün hınç bürünürler. Haddinden de büyük bir hırsla bağırır da bağırırlar. Bir enkaz halini alan iyilik anlayışlarının altından bağırtılarını duyurtmakta da ustadırlar. Parantez içinde “Hey insanlar sizden nefret ediyorum!..” gerçeğini barındıran bağırtıları onları eski yaşama güçlerine rahatlıkla geri götürmüştür o andan sonra.

İroni şudur ki; feylesofik ve bir tık ilerisi olan entelektüel tartışmaların ana gövdesini oluşturan dünyanın belirsizliği sorunsalında bağırtılarıyla pay sahibi olanların kendilerini sorundan muaf tutmakta üzerlerine yoktur. Kendi belirsizliklerini hiç tınlamayan ama sıra büyük anlatılarla konuşmaya geldiğinde sırayı kimseye kaptırmayan kendileri, dünyanın gidişatından bir o kadar da rahatsızlardır. Payları hatırlatıldığındaysa ateş böcekleri gibi öfkeyle parlayan bunlar, inkâra kalkıştıkları bağırtılarını kuşanarak insanların yüzlerine doğru höykürürler. Lineer bir çizgide bağırır, bağırır, bağırırlar…

Aynı insanlar kürsüye çıkmaya bir görsünler! Üst perdeden kallavi konuşmalar yapmanın, kendinden menkul tanrı-yarı tanrı statüsündeki değerleriyle insanüstü bir hakikat olduklarını sandırtmanın en olanaklı yoludur kürsü/ler.

Kibirlerini yaşam alanlarına taşıyan bu ‘canım kendiler’, aralarına bolca tehdit ve şantaj serpiştirdikleri üstten konuşmalarında aşağılarındakilere doğru küçümseme bakışları yollarlar. Yanı sıra bir dış tehdit saydıkları bu “kıymetsiz” dinleyicilerden hafif bir homurdanma bile işitmeleri bağırmaları için kâfidir.

Hayat etikleri, karşısındakilerden her koşulda bekledikleri bir ebedi itaat ilişkisi üzerine kuruludur. Küçük bir homurdanmaya dahi tahammülü olmayan bunlar, yani bu ana dek belirttiğim tüm tanımlar ışığında faşist diyebileceğimiz bu kişiler karşısındakilere pes ettirinceye dek bağırmalarını sürdürürler.

Artık herkesin kulakları sağır, iradeleri göçük altındadır, geriye itiraz eden tek bir kişi bile kalmamıştır. Harfler yitmiştir, sesli düşünmek son bulmuştur. Sokaklar Amok koşucuları ile dolup taşmıştır. Bağırarak boyuna koşuşan insanlarla doludur sokaklar bundan böyle. Bir distopya değildir böylesi bir manzara, güç zehirlenmesiyle tanrıları çıldıran toplumların çıldıran kulları birbirlerine bağırarak, dünyaya bağırarak deliliklerinin keyfini sürmektedirler. Minik harflerle içten düşünen sürgüncüler, tüm medeni ölümlüler, kadınlar, çocuklar, aklı meyleden tüm herkes sırf bağırmadıkları için önce sokaklarından sonrasındaysa hayatlarından oldular o günden sonra birer birer. Korkum odur ki içten düşünenler de bir gün, sırf hayatta tutunmak uğruna akıllarını başlarına alıp bağıranlar kervanına katılmak istesinler. Çok endişece verici bir öngörüdür ki ya onlar da bağırırlarsa?

 

 



336 kez okundu. Yazarlar

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın

Yazarın diğer yazıları

…Ve tanrı kadını unuttu sonra! - 25/12/2023
“Tanrı, yaprağın hafifliğini, ceylanın bakışını, güneş ışığının kıvancını, sisin gözyaşını aldı; rüzgârın kararsızlığını, tavşanın ürkekliğini buna ekledi. Onların üzerine kıymetli taşların sertliğini, balın tadını, kaplanın yırtıcılığını, ateşin...
Irksal Anılarımız Baş Belamız - 30/11/2023
ayvanın insanlaşmaya başladığı bir çağdan, insanın merkezdeki yerini güçlendirdiği tanık olunan dünya koşullarına değin bir paragraf vardır ki sonu istendik şekilde açık bırakılmıştır.
Yüzüncü Yılda Assimiladoluk - 29/10/2023
Bazı ulusların doğumları ve gelecekleri başka ulusların kemikleri üzerinde olur ve de yükselir.
Şiirken Nesre Dönüşen Kadın Erotizmi - 23/07/2023
Kendimizi yeterince tanıyor muyuz veyahut duygularımızı tanımlama yetkinliğinin ne kadarına sahibiz soruları yaş itibariyle insanlık tarihi kadar geriye götürülebilen sorulardır.