• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/tabusalcom?ref=hl
  • https://twitter.com/tabusal
Caner Taslaman
twitter.com/ctaslaman
İnsanın Kökeni ve Fosiller
16/03/2015

Biyolojik ya da fiziksel antropoloji, insanın zaman ve mekan içindeki çeşitliliğini incelerken, bir alt ilgi alanı olan paleoantropoloji ise fosil kayıtlarına dayanarak insanın kökeni konusunu ele alır.

Bulunan fosiller kafatası, iskelet, dişler gibi sert organlar hakkında bilgi verdiği için, hiçbir zaman fosillere dayanarak elde edeceğimiz bilgiler, yaşayan bir canlıyı inceleyerek elde edeceğimiz bilginin yerini tutmamaktadır. Ayrıca, evrimci bilim insanlarının da belirttiği gibi, insanın köküyle ilişkilendirilen fosil belgelerin sayısı; yüz binlerce bitki ve deniz hayvanı kalıntısına, on binlerce tükenmiş sürüngen ve binlerce memeli hayvan fosiline karşın çok yetersiz sayıdadır. Evrimci bilim insanları, insan türünün, dünyanın ömrüne göre çok kısa bir zaman dünyada var olmasını, bataklıklarda fosil bırakmayışını, açık alanlarda yaşamasından dolayı cesetlerinin diğer canlılarca daha kolaylıkla yok edilmesini; insan türüne dair bu fosil yetersizliğinin sebepleri olarak göstermektedirler.

En temelde fosillere dayalı evrim çıkarımı homolojiden evrime varmaya dayalı bir çıkarım olduğu ve olgusal desteğe sahip olamayacağı için eleştirilere açıktır; fakat insan 
türünün fosillerinin yetersizliği, bu türe mahsus daha fazla sorunun var olduğunu gösterir.

Fosil bulgularda bulunan Australopithecus türleri ve Homo erectus gibi türler, kimi evrimci fosilbilimcilerce insanlığın atası olarak gösteriliyorken,153 evrimi reddeden fosilbilimciler bunları insanın atası olmayan maymun gibi türler olarak görmektedirler.

Sorun bu kadarla da kalmamakta, evrimi kabul eden bilim insanlarının içlerinde de birbirinden çok farklı ve birbirine zıt görüşler savunulmaktadır. Örneğin Australopithecus’un insansıların atası olduğunu Louis Leakey gibi ünlü paleoantropologlar da reddetmiştir.155 Richard Leakey’in bulduğu Homo habilis’in bir Homo türü olup olmadığı, Homo erectus’un doğrudan Australopithecus’tan türeyip türemediği, Neanderthal’in modern insanın atası olup olmadığı evrimciler arasında süren birçok tartışmanın sadece ufak bir kısmıdır.

Allan Wilson ve Vincent Sarih’in ‘insan soyu’ ile ilgili çalışmalarda moleküler yaklaşımı öne çıkarmaları ve mutasyonların düzenli bir hızda gerçekleştiği önkabulüne dayanan ‘moleküler saat’ hipotezi ise yeni sorunları beraberinde getirmiştir. Evrim Teorisi’nin tesadüfçü yaklaşımı mutasyonları rastgele oluşan değişimler olarak değerlendirir; bu anlayışla mutasyonların düzenli bir hızda gerçekleştiği anlayışı arasında açık bir çelişki vardır. Bu çelişki yüzünden birçok kişi ‘moleküler saat’ yaklaşımına soğuk bakmıştır, fakat tesadüfçü mutasyonlarla ‘moleküler saat’ yaklaşımını, bu çelişkiye rağmen beraber kabul edenler de olmuştur. ‘Moleküler saat’ yaklaşımıyla varılan sonuçlar ile fosillere dayalı sonuçlar arasında çıkan farklılıklar yeni tartışmaların kaynağı olmuştur.

1970’li yıllarda insansıların (Hominidae) 15 milyon yıl kadar önce ortaya çıktığı, Ramapithecus’un fosil kalıntılarına dayanılarak savunuluyordu. Ama ‘moleküler saat’ yaklaşımını benimseyenler, ilk Hominidae’nin 5 milyon yıl önce ortaya çıkmış olması gerektiğini savundular. 1976 yılında Pilbeam’ın, Pakistan’daki araştırma ekibi, bir Ramapithecus alt çene fosili buldu. Bu fosilin değerlendirilmesi sonucu 1932 tarihli ilk çene kurgusunun (reconstruction) yanlış olduğu anlaşıldı.

1980’lerde Türkiye ve Pakistan’da bulunan Sivapithecus fosillerinin yorumu sonucunda da Ramapithecus’un bir insansı değil, bir Miosen kuyruksuz maymunu olduğu anlaşıldı.

Bu örnek de Evrim Teorisi’ne olan inancın, fosilleri yorumlama şeklini öncelediğinin ve etkilediğinin bir göstergesidir. Yeni bulguların Ramapithecus’un insansılar kategorisinden çıkarılmasını gerektirdiği bir dönemde, diğer fosiller ve Ramapithecus’un daha önce farklı kurgulanan dişleri öyle bir yorumlanmıştır ki; Ramapithecus, soy ağacında doğrudan insanın atası olan eski yerinden yeni bir dala nakledilmiştir. Ünlü paleoantropoloji yazarı Roger Lewin kuramsal önyargıların, kanıtların yorumlanışına tüm bilim dallarında gölge düşürebileceğini, ama buna özellikle paleoantropoloji alanında sıklıkla tanık olunduğunu belirtir.

Kırk yıl boyunca -daha önce değinilen- Piltdown adamı ile ilgili sahtekârlığın anlaşılmasını engelleyen de kuramsal önyargılar olmuştur. Paleoantropolojide çoğu zaman kemiklere ve dişlere dayalı çıkarımlar yapılmaktadır. İnsanın en ayırt edici yönünü ifade eden diline, törenlerine, davranış şekillerine dair kalıntılar bulmak mümkün olmadığı gibi; beyin ve karaciğer gibi, kemikler ve dişlerden daha önemli olan yumuşak organların fosilini de bulmak

mümkün değildir. Bu geniş boşluk ise paleoantropolojideki kuramsal önyargılara daha çok dikkat edilmesini gerektirmektedir. Sonradan domuz dişi olduğu anlaşılan tek bir dişe dayanılarak, hayali Nebraska adamının; maymun-insan arası bir form olarak sunulup, birçok resmiyle ve günlük yaşantısıyla birçok yayında halka tanıtıldığını trajikomik bir örnek olarak anımsayabiliriz. Sonuçta ‘insan soyu’na dair anlatımların asıl temeli hâkim olan paradigmadır; bu paradigma, fosillerin yorumunu belirlemekte ve yüz binlerce yıl öncesine dair çizim ve hikâyeleri şekillendirmektedir.

Fosil bulguların, yumuşak organları ihtiva etmemesinin yanında, birçok zaman kafatası, kemik ve diş gibi organların çoğunun da eksik olması yüzünden, az bir parça bulgu ile canlının bütünü hakkında çıkarım yapılmak zorunda kalınması birçok soruna yol açmaktadır. Örneğin ünlü bir fosil olan ‘Kafatası-1470’i tarif eden paleoantropologlar, bu kafatasının çenesini kaldırıp yüzünü uzatabileceğimiz gibi, çeneyi içeri sokup yüzü kısaltabileceğimizi de 
söylerler…


Aynı kafatası ile aynı türe ait olduğu düşünülen bazı kemikleri, dört sanatçıya veren National Geographic dergisi, bu sanatçılardan, bu canlıyı gösteren dişi bir figür yapmalarını istedi.

Dört sanatçının her biri birbirleriyle alakasız çizimler yaptılar. Biri modern Afro-Amerikan görünümlü bir kadın, biri alınsız ve dinozor çeneli bir yaratık, birisi goril kollu sıska bir dişi, birisi ise vücudu kıllı, ağaca tırmanan bir canlı çizdi.160 Bu sonuç, tek bir fosil takımının, nasıl farklı şekillerde sunulabileceğinin, fosil yorumunun ne kadar subjektif bir ‘sanat’ olduğunun göstergesidir. Fosiller, en iyi ihtimalle, eğer doğru kurgu yapılırsa, bir türün diğerine iskelet ve dişlerinin ne kadar benzediğini gösterebilir. Hiçbir fosille, hangi türün hangi türden türediği gösterilemez. Böylesi çıkarımlar, ancak Evrim Teorisi’ni en iyi açıklama olarak kabul eden bir görüşle -belki de ‘iman’ ile demek daha doğrudur- fosiller yorumlandığında mümkündür. Aslında fosiller, Evrim Teorisi’ne inancın yerleşmesinde, genel kitlelerin sandığından çok daha az etkili olmuşlardır. Bu yüzdendir ki, günümüz fosillerinin % 1’inin bile bulunmamış olduğu Darwin’in döneminde de bu teoriye birçok kişi inanmıştır; pek çok fosil türünün bulunduğu günümüzde de birçok kişi teoriyi inkâr edebilmektedir. Eğer Evrim Teorisi’nin doğru olduğuna dair peşin bir kanaat olmasaydı, ‘insanın soyu’ olarak gösterilen fosillerin birçoğu orangutan, maymun veya benzeri türler olarak sınıflanacaktı. Sonuçta fosillere dayanılmadan oluşturulan Evrim Teorisi, fosillerden yola çıkılarak delillendirilememektedir de; ancak Evrim Teorisi’nin doğruluğuna dair bir ‘iman’dan yola çıkılarak fosiller yorumlanmaktadır. 


Nature dergisinin bilim başyazarı Henry Gee, karamsar bir şekilde şu yorumu yapmıştır: “Fosiller nüfus kâğıtlarıyla gömülmezler. Fosilleri ayıran zaman sürecinin uzunluğu, onlar hakkında ata ve soy yoluyla bir şey söylememize imkân tanımaz…

İnsan evrimine dair tüm kanıtlar küçük bir kutuya sığabilir…

Mevcut evrim şeması, olgudan sonra yaratılmış, tamamen insan ürünü olup, insani önyargılarla şekillendirilmiştir… Bir fosil dizisinin, bir nesli temsil ettiğine dair iddia, bilimsel bir hipotez değil, çocuk uyutmak için anlatılan; masal değerinde, eğlenceli, hatta öğretici olabilen, fakat bilimsel olmayan bir niteliktedir.”

İnsanın kökenine dair tartışmaların en çok odaklandığı konuların biri; insanın hayvanlardan mahiyet olarak mı, derece olarak mı farklı olduğudur. Bu tartışma açısından ise insanın dil kullanma ve matematiksel düşünme yeteneği gibi özellikleri; dik yürüme, belli şekildeki azı dişleri veya baş parmağı gibi özelliklerden çok daha önemlidir. İnsanın doğuştan ‘dil öğrenecek yetenekte’ doğduğunu gösteren çalışmalar, insanla maymunumsular arasındaki uçurumu iyice açmıştır. Böylesi bir yeteneğe benzerlikte yakın olan, ne yaşayan maymunumsulardan bir ara form, ne de fosillere dayanarak bir ara form göstermek mümkündür.

Bu farklılık ister bir derece farkı, ister mahiyet farkı olsun; dil kullanma becerisi ve matematiksel düşünme yeteneği gibi zihinsel özelliklerde, insanın bir sıçrama olduğu, bu özelliklerin ‘tesadüfi küçük mutasyonlar’ ile açıklanamayacağı görünmektedir.

Aynı kemik parçalarından yapılan bu farklı çizimler, ‘insanın soyu’ hakkında yapılan çizimlerin ne kadar hayal ürünü olduğunu ve subjektivizmi yansıttıklarını göstermektedir.

Caner TASLAMAN

EVRİM TEORİSİ, FELSEFE ve TANRI kitabından 



1589 kez okundu. Yazarlar

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın

Yazarın diğer yazıları

Din Felsefesi Açısından Entropi Yasası - 19/03/2017
Termodinamiğin ikinci yasası, evrenin en temel yasalarından biri olarak kabul edilir ve entropi yasası diye de bilinir. Bu yasa, evrende düzensizliğin sürekli olarak tek yönlü bir şekilde arttığını söyler.
Tarihselcilik: Çelişkiler Bataklığında - 29/10/2016
....
Cennette Cinsellik ve Huri Meselesi - 14/03/2016
Hakkında çok konuşulan, din düşmanları tarafından istismar edilen bu konu hakkındaki görüşümü kısaca açıklayacağım. Öncelikle temel yöntemimi ortaya koymalıyım.
İslami Düşüncenin Metodoloji Sorunu - 27/01/2016
İslam tarihi içinde yapılan birçok tartışma, halkın pratik uygulamalarında değişikliğe sebep olmadığı için; zamanında çok ihtilafla, hatta kan dökülmesine sebep olan bu tartışmalar geniş Müslüman kitle tarafından unutulmuştur diyebiliriz.
Tanrı İnancı ve Evrim Çelişik İki İnanç mıdır? - 20/05/2015
Bazı teistler “Tanrı canlıları neden evrim ile yaratsın ki” diye sorabilir ama kanaatimizce hiçbir teist “Tanrı, istese de canlıları evrim yoluyla yaratamaz” diyemez ve “Tanrı canlıları neden evrimle yaratmasın ki” sorusunu da aynı şekilde sormak...
Din Felsefesi açısından Entropi Yasası - 24/02/2015
Termodinamiğin ikinci yasası, evrenin en temel yasalarından biri olarak kabul edilir ve entropi yasası diye de bilinir. Bu yasa, evrende düzensizliğin sürekli olarak tek yönlü bir şekilde arttığını söyler.
Metodolojik bir sorun olarak dini meseleler - 02/02/2015
Birçok kişi temel sorunu 1-Ezber, 2-Arapça bilgisi olarak sunmaya çalışıyor. Elbette dini metinlerden ezberin olması ve Arapça bilmek önemli, ama temel sorun 3-Metodoloji belirleme sorunudur ve bu da felsefenin ilgi alanındaki bir sorundur.
Cahiliye Şiiri ve Kur'an - 02/12/2014
Kuran’ın cahiliye şiirinden (Kuran vahyedilmeden önceki Arapların şiirlerinden) etkiler aldığına dair iddialara bu yazıda cevap verilecektir.
Kur'an ve Bilim - 11/09/2014
*Kur’an, evrenin ve insanın varlık sebebini açıklayan ve anlamlı kılan Allah merkezli bir ontoloji sunmaktadır. Kur’an’ın -tüm İlahi dinlerle beraber- sunduğu ontolojiye alternatif rasyonel bir ontoloji sunmak mümkün değildir.
 Devamı