• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/tabusalcom?ref=hl
  • https://twitter.com/tabusal
Prof. Dr. Doğan Göçmen
CHRISTIAN WOLFF, KANT, HEGEL VE VARLIĞIN MANTIKSAL TASARIMI
27/11/2025
Hegel, yukarıda felsefenin sistematik yapısına dair ileri sürmüş olduğu felsefe kuramının, felsefenin mümkün tek bilimsel yapılandırılması olabileceğini, klasik Alman felsefesinin iki temel kavramı olan ‘anlama yetisi’ (Verstand) ve ‘akıl’ (Vernunft) kavramlarının da birbiriyle olan sistematik ilişkisini açıkladığı bir bağlamda “kendi kendini tasarlayıp kuran yol” olarak tanımlamaktadır. Hegel felsefenin “yalnızca” ancak bu yol ile “nesnel, tanıtlanmış bilim olma yeteneğine sahip olur” diyor.
Hegel’in burada felsefeyi “tanıtlanmış bilim” olarak tanımlaması, Alman felsefesinde Christian Wolff’un açıkça başlattığı, felsefeyi matematiğin ve geometrinin hâkimiyetinden kurtarıp, fakat onların tarihsel kazanımlarından da öğrenebilen kendi başına duran ve olan, onu matematik ve geometri de dâhil olmak üzere diğer tüm bilimlere temel oluşturan evrensel bir bilim olarak kurma çabasını sürdürdüğünü gösteriyor. Felsefeyi bir bilim olarak yeniden kurmaya girişen Wolff, önce felsefenin temellerini incelemeye koyuluyor ve işe 17. ve 18. yüzyılda yaygın olan, felsefeyi matematiğe veya daha çok geometriye dayandırma anlayışını gözden geçirmekle başlar. Şöyle anlatıyor Wolff, işe neden ve nasıl başladığını ve hangi sonuçlara ulaştığını: 
“Felsefeyi hem kesin hem de insan cinsine yararlı hale getirmeyi kendime görev ettikten sonra ve bu amaçla Öklitçi kanıtların temellerini araştırdıktan sonra (…), onun ontolojik kavramlara bağlı olduğunu anladım. Öklit tarafından kullanılan ilkeler, bir taraftan nominal tanımlardır –ki bunlar gerçeği içermezler-, diğer taraftan bunların çoğu ontolojik önermeler olan aksiyomlardır. Ve böylelikle Matematik’in kesinliğini, ilk ilkelerini edindiği İlk Felsefe’ye borçlu olduğuna kanaat getirdim. Bunun üzerine Felsefe’de teoremleri, yüklemi öznenin belirlenimlerinden uygun çıkarımlarla elde etmekle kanıtlamaya çalışarak ve ilkeleri yeniden kanıtlara başvurarak kanıtlanmaz olana dayandırmaya çalışırken; bu çalışmada, Matematik de dâhil her tür gerçeğin sonunda İlk Felsefe’nin ilkelerine vardığını keşfettim. Bu nedenle Felsefe’nin ve özellikle söz konusu yüksek fakültelerin, kesin ve yararlı olabilmeleri için, ancak İlk Felsefe bu şekilde tasarlandığı takdirde bilimsel yönteme göre ele alınabilecekleri konusunda şüphem kalmamıştı.” 

Görüldüğü gibi, Wolff ontolojiyi veya ilk felsefeyi, kendi başına olan ve kendi başına duran bir bilim olarak kurmak istediğini, araştırmalarının bunun bir gereklilik ve mümkün olduğunu gösterdiğini belirtiyor. Wolff ortaya koymuş olduğu ve “İlk Felsefe” adı altında duyurduğu “yeni ontoloji” kuramını kendinde “tamamıyla yeni şeklide barındıran” olarak tanımlıyor. Yeni ontoloji kuramının en temel özelliklerinden birisi, Wolff’a göre Skolâstikçilerin ihmal ettiği veya yeterince verimli bir şekilde araştırmadığı “tanıtlamalı yöntem”dir. Eğer ontoloji, boş, kılı kırk yaran, verimsiz spekülasyonlara boğulmayacaksa, tanıtlamalı yöntemi verimli bir şekilde uygulaması gerekmektedir. Wolff’a göre bu yeni yöntem aynı zamanda ontolojiyi de bilimsel kılacak ve dolayısıyla temel bir bilim yapacaktır. Ancak tanıtlamalı yöntem ile ontoloji bilim olma kıstasını yerine getirecektir. Hegel’in yukarıda kullandığı “tanıtlamalı” kavramı, Klasik Alman Felsefesi’nde oluşmuş olan, felsefeyi tanıtlamalı, yani kendi kanıtını yine kendisi getiren bir bilim olarak kurma çabasına işaret etmektedir.

Bununla tam olarak neyin kastedildiğini açıklamak için, Hegel’in yukarıda iddiasının ilk bölümündeki “kendini tasarlayıp kuran yol” kavramına yakından bakmamız gerekmektedir. Zira yukarıda belirttiğim gibi Hegel’e göre felsefe tam da bu kavramın tutarlı bir şekilde uygulanması sonucu “nesnel”, yani “tanıtlanmış bilim olma yeteneğine sahip olur." Hegel, “kendini tasarlayıp kuran yol” ile neyi kastediyor? Felsefenin kendisini tasarlayıp kuran bir yol üzerinden bilimselleşmesi ne anlama gelmektedir? Bu sorunun yanıtını vermek için tekrar Wolff’a dönüp, tanıtlamalı yöntem ile elde edinilmek istenenin ne olduğuna yakından bakmamız gerekiyor. Wolff, tanıtlamalı yöntem üzerinden ontolojiye sinmiş olan kavramların karanlık oluşunu aşmak istemektedir. Kavramların yeterince açık olmayışı, onların nominal tanımlarla kazanılmış olmalarından kaynaklanmaktadır. Bunun yerine reel tanımları önermektedir ve bunu İlk Felsefe veya Ontoloji adlı eserinde bir pasajda şöyle tanımlıyor:

“Açık kavramlarımızı biz eşyaların kendilerinden yarattık; benim kanaatime göre, tüm felsefede, kendini başkalarının düşüncelerine göre yönlendirmek yerine bu kavramlara uygun çalışılmalıdır.” 

O halde, Wolff’a göre kavramların açıklığı, birtakım düşünsel ön kabullerle, basit, kendi içinde döngüsel mantıksal akıl yürütmeler üzerinden ulaşılan tanımlarla değil, bizzat nesnelerin kendilerinden kazanıldığı oranda, yani, diğer bir deyişle, kavramlar hakikati bir aynada yansıtır gibi yansıtırlarsa, apaçık olurlar.

Öyleyse büyük soru, kavramların hakikati yansıttı, sadece iddiada değil, gerçekten yansıttığı nasıl kanıtlanacaktır? Hegel, bunun varlık, öz ve özne, diğer adıyla nesnel ve öznel mantık çerçevesinde bir süreç olarak, varlık ve öz mantığı içinde şekillenip gelen kavramın nasıl oluştuğunun ortaya konmasıyla mümkün olduğunu düşünmektedir. Hegel’e göre Kant, “kavga alanı” olarak tanımladığı metafiziği mantığa dönüştürmekle bunun nasıl mümkün olabileceğine ilişkin bir yol göstermiştir.

Bilindiği üzere Kant kendi yöntemini “eleştirel” olarak tanımlamaktadır. Eleştirel yöntem, dogmatizmin karşıtıdır, fakat “aklın dogmatik yönteminin” değil. Kant, bu iki yöntem arasında görmüş olduğu ince farkı, eleştirel yöntemin “her zaman dogmatik, yani emin ilkelerden hareketle sıkı bir şekilde apriori kanıtlayan olmak zorunda” olmasıyla açıklıyor. Buna karşın “dogmatizm” kibirlidir. Aklın saf bilgiye ulaşmak için çoktan kullanmaya başladığı felsefi kavramlara, ilkelere nasıl ve hangi hakla ulaştığını kanıtlamak şöyle dursun, açıklamaya bile gerek duymadan, yalnızca kibirle, yani nedenini, kaynağını, tarzını kökenini açıklamadan, onların kullandığını yalnızca üst perden duyurmakla yetinebileceğinden hareket etmektedir. Bu nedenle

Kant, dogmatizmi, “kendi kendisinin yetisini önceden eleştirmeyen saf aklın dogmatik yöntemi” olarak tanımlar. Kant, bu iki yöntem arasındaki ince ayrımın küçük görülmemesi gerektiği konusunda uyarır. Zira dogmatizm metafiziği çabucak yargılayıp mahkûm etmek ve defterini dürmek istemektedir. Bunara karşın eleştirel yöntem, “esaslı metafiziği bilim” olarak sürdürmek istemektedir. Bu esaslı metafiziğin dogmatik olması zorunlu olduğu gibi sistematik olması da bilimsel olmasının koşulsuz önkoşuludur. Kant, metafiziğin bilim olarak yeniden kuruluşunun aynı zamanda ancak apriori olabileceğini ileri sürmektedir. Kant’a göre “geleceğin metafiziğinin sistemi” temellendirilip gerçekleştirilirken “dogmatik filozofların en büyüğü olan ünlü Wolff’un sıkı yöntemini takip etmek gerekmektedir”.

Zira Wolff bu konuda denemeye ilk girişen olmasa da ilk örneği sunandır. “Almanya’da esaslılığın ilk yaratıcısı” olarak tanımladığı Wolff’un sisteminin özelliklerini Kant, “ilkelerin yasalara uygun tespit edilmesi”, “kavramların açık belirlenmesi”, “sıkı kanıtların” sunulması, çıkardığı “cüretkâr sonuçlardan” kaçınma bir bilim olarak metafiziğin “emin yürüyüşü” olarak belirlemektedir. 
 
 
Hegel’in işaret etmiş olduğu metafiziğin Kant tarafından mantığa dönüştürülmesi bu noktada başlıyor. Öncesinde Wolff, Aristoteles’ten beri metafizik çerçevesinde birarada duran ontolojiyi ve teolojiyi birbirinden ayırmış ve teolojiden farklı olarak felsefeyi, kökleri çok daha eskilerde yatan bir kavramla “dünya bilgeliği” olarak tanımlamıştı.

Wolff’un dünyanın kurgulanması olarak sunduğu felsefe kuramı, Spinoza’nın ontoloji, epistemoloji ve ahlak üçlüsünden oluşan Ethica’sında felsefe ve teoloji veya diğer bir deyişle doğa ve tanrı özdeşleştirilir. Böylece teolojinin tüm temel kavramları da dünyevileşmiş olur. Her ne kadar Spinoza bu yapmış olduğunun felsefenin yeniden kurgulanması bakımından ne anlama geldiğini bilmese de; ortaya koymuş olduğu sistem bunu hissettiğini ve el yordamıyla uyguladığını gösteriyor. Zira bu yeni yaklaşım, ilkesel olarak varlığın içkin ve bir süreç olarak kavranmasını gerekli kılar –ki bir varlık tasarımı olarak felsefenin de bir süreç olarak ortaya konmasını gerekli kılar.

Wolff’un ontolojiyle teolojiyi birbirinden ayırıp, felsefeyi dünya bilgeliği olarak tanımlayarak, kavramların eşyaların kendilerinden kazanılması gerektiğine dair şartı ileri sürüp, bunu felsefenin tanıtlanmış bir bilim olabilmesinin ön şartı olarak tanımlaması, burada henüz açıkça formüle edilmeyen süreçsel düşünmeye işaret eder. Dünyanın veya varlığın felsefi tasarımı olarak süreçsel düşünme, işi zorunlu olarak mantık çerçevesine taşır –ki Kant Saf Aklın Eleştirisi’nde metafiziği mantığa dönüştürmekle bunu dener.

Mantık çerçevesinde bir dünya tasarımı ortaya koymaya çalışır. Fakat değiştirmek, dönüştürmek ve yeniden kurgulamak koşuluyla doğrudan Aristoteles geleneğine dayandırdığı mantık kuramı (zira “mantığın sınırı … tüm düşünmenin formel kurallarını (…) ayrıntılı olarak ortaya koyan ve sıkı bir şekilde kanıtlayan bir bilim olmakla tamı tamına belirlenmiştir.” ), formel ve düalist olması nedeniyle hem mantığın bütünlüğü parçalanır hem de süreç basitten karmaşığa doğru ilerleyemez, uç noktalar arasında gidip gelir.

Ne var ki, Kant, “düşünme tarzının devrimi” olarak tanımladığı sürecin henüz başındadır ve geleceğe ışık tutan bir öngörü ile mantığı “aklın sadece kendi kendisiyle iş gördüğü” alan olarak tanımlar. Kant’ın bu belirlemesi, Hegel için çıkış noktası olarak belirlenebilir. Hegel’in amacı ise, mantığın bir dünya tasarımı olarak kendi içinde tutarlı ve bütünlüklü bir süreç olarak yeniden kurulması olarak belirlenebilir.

Doğan GÖÇMEN


48 kez okundu. Yazarlar

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın

Yazarın diğer yazıları

ÂŞIK VEYSEL VE DOSTLUK ARAYIŞINDA ONTOLOJİK DÖNÜŞ - 04/10/2025
Nazım Hikmet “Dostluk” başlığını taşıyan şiirinde “dost” ve “dostluk” kavramları arasında felsefi açıdan da çok önemli olan ince bir ayrıma gider –ki bu, onun aynı zamanda derin bir felsefi bakışa sahip olduğunu da gösterir.
HEGEL, BİLGİ VE İNANÇ - 07/08/2025
Felsefe, en geç Immanuel Kant’tan beri inancın ancak bilgiye dayandırılabileceğini tespit etmiştir.
Karl Marx'ın Dünyasını Yeniden Düşünürken - 28/07/2025
Das Kapital okunurken Saf Aklın Eleştirisi bağlamında neye dikkat etmeli? Biri Engels'in diğeri Marx'ın olmak üzere iki belirlemeye işaret etmek istiyorum:
Kral Marx, Demokrasi ve Faşizm - 18/07/2025
DÜRÜSTLÜK, HAKKANİYET VE FİLOZOF OLMAK - 23/06/2025
Rousseau, Delfi Tapınağı’nın girişindeki gnṓthi seautón yazıtında ifadesini bulan ‘kendini bil!’ buyruğunun, en önemli ve aynı zamanda en zor olan bir buyruk olduğunu belirtir.
İnsan İnsanın Kurdu mudur? - 03/06/2025
(Thomas Hobbes'u doğru kavramak, modern toplumda insanlık halini doğru kavramak anlamına gelmektedir.)