• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/tabusalcom?ref=hl
  • https://twitter.com/tabusal
Levent Ertürk
Belirsizlik
14/03/2015

Kuantum mekaniği fiziğin tâ bağrına “belirsizlik” olgusunu soktu ve dünyaya bakış açımız sonsuza kadar değişti.
En azından bazıları için …

Fiziğin büyük ustaları dahi bundan hoşlanmadılar ve belirsizliği ortadan kaldırabilmek, onu klasik fizik ile birleştirebilmek için yoğun çaba sarfettiler. Ama her seferinde, parçacık fiziği bizlere hınzırca nanik yapıp çabalarımızı boşa çıkarttı.

Bu durum insan hayatına ve psikolojisine nasıl yansıyabilir ?

free-will

Bana, insanların en çok nefret ettikleri ve korktukları şey nedir, diye sorsalar, bir saniye bile tereddüt etmeden “belirsizlik” derim.

Bu belirsizlik şeytanı, adına “nihilizm” denen hiçleştirme hissi ile yakın akrabadır. Belirsizliğin ardından, dünyada ve hayatta bir anlam bulamamak gelir. Alıntılıyorum:

“İşte nihilizm sonunda kapıya dayandı. Bütün konukların bu en tekinsizi nerden geldi ?” (Nietzsche)

Aykırı felsefeci Nietzsche, bilimdeki gelişmelerin dinsel açıklamaları zaman içinde zayıflatacağını ve bunun ardından bir tür “boşluğun” doğacağını anlamıştı ve insanları anlamsızlıktan kurtarmak için, “olumsuz nihilizm” dediği yok edici, yıkıcı hiçleştirmeye karşı, “olumlu nihilizm” adını verdiği, yapıcı, birleştirici bir hayat felsefesi geliştirebilmek için kolları sıvadı. Yani, yeni değerler geliştirmek için eski değerlerin yok edilmesi. Ne derece başarılı oldu bilemem.

***

Kimilerine göre, modernizmin ardından  gelen bir “post modernizm” (modernite sonrası/ötesi) dönemde yaşamaktayız. Bu dönemin en önemli özelliklerinden biri ise, insanların yeniden dine yönelmeleri.

Bence, yerinde bir tesbit. Bilim ve teknolojinin insanlara sunduğu tüm kazanımlara rağmen, dinler bir şekilde “evrilerek” yaşamaya devam ediyorlar. Böylece ortaya tuhaf insan tiplemeleri de çıkabiliyor. Mesela bir Mc Donald’s lokantasında iftar açan müslüman gençler, rap müzik yapan ABD’li (ve çoğunlukla zenci) müslümanlar, boynunda haçla gezen ve vücutlarını geliştiren kadın sporcular, artistler, hatta porno yıldızları .. vs .. siz bir sürü örnek ekleyebilirsiniz.

Sorunum bu değil. İnsanlar özgürdür. Diledikleri gibi yaşarlar; ben onların tercihlerini eleştirme hakkına sahip değilim.

Dinlerin insan toplumları üzerindeki sosyolojik etkileri iyi bilinen bir olgudur. Dileyenler bu konuda yazılmış din sosyolojisi kitaplarını inceleyerek detaylı bilgilere ulaşabilirler. Ben ise bu yazımda, daha çok birey psikolojisi üzerinde durmak istiyorum.

Ölümlüyüz.

Her şey bu tek kelimelik cümlede saklı. Evrensel akış içindeki milyar ve milyar yıllar ile karşılaştırdığımızda, hayatlarımız adeta bir hiç. Karanlıkta bir göz kırpması. Hatta bu kadar bile değil…

Temel sorularımız ise acil cevaplar bekliyor.

Dinleri, özelikle Ortadoğu kökenli dinleri, bunca cazip yapan şey ise, onların daima kesin ve tartışılamaz bir cevapları olması.

İşin püf noktası burda işte. Cevabın gerçekten doğru olup olmadığının hiçbir ispatı yok ve zaten hiçbir önemi de yok.

Önemli olan şey, ortada bir cevabın olması.

Bazı insanların soruları var, cevapları yok. Kendimi -kısmen- bu kategoriye dahil ediyorum ve Bertrand Russell’i saygı ile anıyorum.
Bazılarının cevapları var, soruları yok. Yaşasın ölümsüz mutluluk iksiri !
Bazı kişilerin ne soruları var, ne de cevapları. Acaba böyle mi olmam gerekirdi ? Yapamıyorum, yapamam …
Ve sonuncuların ise, hem soruları hem de kesin cevapları var. Doğrusu onların bazılarından korkarım.
Katedralin kasveti … gel de Kafka’yı hatırlama …
Ortada bir dava var. Senin suçlu olup olmadığın kimin umurunda. Eğer bir dava varsa, suçlusun demektir …

***

Evren hakkında yazmak kolay ama onu yürekten hissedebilmek çok zor. Çok yıpratıcı ve çok korkutucu. Bir yönümüzle ne kadar güçlüyüz. Bizden milyonlarca ışık yılı ötedeki gezegenlerin renk tayflarını -doppler etkisi ile- analiz edip, içlerindeki temel elementleri tahmin edebiliyoruz.
Ve bir diğer yönümüzle ne kadar zayıf, ne kadar zavallıyız.
Neden bahsediyordum ben ? Galaksilerden, devasa gaz bulutlarından, yüksek yoğunluklu kütleye sahip cüce yıldızlardan … trilyon x trilyon ölçeklerindeki ağırlıklardan. Geçin hepsini bir kalem.

Bir depremde, şöyle sadece bir kaç yüz kiloluk bir ağırlığın altında sıkışıp kaldığınızı ve yardım beklediğinizi düşünün. Işık yok. Enkazın altına ses ulaşmıyor. Yaralısınız ve o karanlıkta sadece sizin acı çeken bilinciniz var …

İşte, bir kaç yüz kilonun öldürücü etkisi. Bir de galaksilerde saklı olan gücü düşünün !

Ya hayatınız ?

 

Sadece mikronluk bir damar tıkanması sizi saniyeler içinde bitkisel hayata sokabilir veya öldürebilir. Aniden öldürürse, bence şanslısınız demektir. Hastanelerin kardiyoloji ve nöroloji servislerini gezin. Koridordaki her metrekarede ayrı bir dram, ayrı bir hayat var.

Ve işte belirsizliğe katlanmıyoruz.
Tüm bunların bir anlamı olmalı, öyle değil mi ?
Ama kahredici soru: ya yoksa ?
Katlanabilir miyiz ?

***

Ama durun. Her şeye rağmen ben iyimserim. Sizleri umutsuzluğa sürükleyecek bir şeyler yazmak istemiyorum ve zaten evrenin, olası evrenlerin, anti-evrenlerin, kısaca varoluşun bütünü ile anlamsız olduğuna inanmıyorum.
Kendimce sebeplerim var.

Fakat sanırım, onu yanlış yorumluyoruz. Özellikle semavi dinlerin yorumları, bence, baştan aşağı yanlış. Semavi diye bilinen üç büyük dinin inançlarına oranla, Afrika kıtasının ilkel animizm inançlarını, Asya tabiat ve şaman dinlerinin bir tür “bengi dönüşü” çağrıştıran inançlarını daha gerçekçi bulduğumu ifade etmeliyim. Geri dönüyorum İbrahimi dinlerin varsayımına. Bu inanç geleneğine göre:

Ortada bir öykü var. Bir yaratılış öyküsü.
Giriş-gelişme-sonuç. Ödevin bittiyse, masanın üstüne bırak ve çıkarken kapıyı kapamayı unutma !
Ortada bir öykü var demiştim. Eh, bir öykü varsa, elbette bir de “öykü yazarı” var.

Öykü çok basit. Bir zamanlar, cennet adı verilen bir alemde yaşarken, ufak bir yaramazlık sonucu ordan sürüldük ve işte şimdi bir başka alemde “imtihan ediliyoruz.”

Soru kitapçıkları dağıtıldı. Size güzel bir haberim var. Cevaplar da dağıtıldı. Bakıp bakıp yazın. Kopya çekmek serbest ! Üstelik, kopya çekenler daha çok itibar görüyorlar.
Düşünme, tahtaya bak ve aynısını yaz.

Çok mu çocukça ?
Ama insanı rahatlatıyor. Huzur veriyor.
Zaten önemli olan bu değil mi ?

***

Şimdi, dindar insanlardan özür dileyerek, size zehir gibi bir şey yazmak istiyorum. Hani onların şu meşhur ilahî adalet inancı var ya. Hani o kocaman öykü yazarının, önünde sonunda kötü insanları cezalandıracağı şeklindeki inançları var ya …
Bu konuda derim ki:

İnsanları yargılamaya hakkı olmayan tek kudret Tanrı’dır.
(Veya siz her ne isimle anıyorsanız.)

Neden mi ?
Cevabı siz bulun. Ben zorlu bir öğretmenim. Sadece soruyu gösteririm. Nasıl bir cevap bulduğunuzla da ilgilenmem. Çünkü, sizin cevabınıza karşı, benim de “kesin” bir cevabım olsa idi, kendimle çelişkiye düşerdim.

***

Şimdi, az yukarda yazdığıma geri dönüyorum. Demiştim ki: “…zaten evrenin, olası evrenlerin, anti-evrenlerin, kısaca varoluşun bütünü ile anlamsız olduğuna inanmıyorum.”

Bu konuda ısrarcıyım. Bizleri bütünü ile nihilizme sürükleyecek mutlak anlamsızlığa kapılmam. Bizler varız, diğer şeyler de var ve muazzam bir çevrim de var. Bunlar -göreceli bile olsa- gerçek.

Sorun belki cevapta değil.
Sorun, yanlış soruyu sormamızda kilitleniyor. Soru bir kere yanlış olunca, elbette, verilen hiçbir cevabın da önemi kalmamakta.

Şunu savunuyorum.

Tıpkı fizikteki partikül ve uzay-zaman modellerini birleştirme çabaları gibi, bizlere de, kendi içinde belirsizliği barındıracak yeni bir teoloji, yeni bir evren/din anlayışı gerekmekte.

Ve sanırım, eğer başarabilirsek, bunun ardından, “Tanrı var mı?” sorusunun uzun vadede hiçbir değeri kalmayabilir. Böyle bir soru sormak yerine, “ben kendime nasıl anlam katabilirim” sorusu gittikçe öne çıkabilir. Belki böylece, insanlar, Tanrı adı verilen varoluş gerçekliği ile bir tür karşılıklı çıkar anlaşması yapmak yerine, varoluşun bir parçası olmanın hazzını derinden hissedebilirler.

Belki …

***

Hayat güzel. Pencerenin pervazında bir sinek kanatlarını temizliyor. Sokağın başındaki bir kedicik çöpte bulduğu artıkları mideye indirdikten sonra keyifle patilerini yalamakta. Siz bir yazı okuyorsunuz, ben bir şeyler karalıyorum. Belki tam şu anda, bir kafede oturmakta olan bir çiftin yanında bir bomba patlamak üzere. Böyle bir şey olursa, akşam haberlerinde dinlersiniz.

Birisi banyo yapıyor; bir diğer kişi ise felçli, bakıcının gelip altını temizlemesini beklemekte. Serengeti doğal parkındaki bir öküz antilopu son dakikalarını yaşamakta. Çevresi bir aslan sürüsü ile sarıldı ve tedbirsizliğinin bedelini ağır ödeyecek. Onun etleri ve derisi parçalanırken, ordan çok uzak bir yerdeki bir ülkede, bir TV kanalında nur yüzlü bir ilahiyatçı falanca duayı okumanın faziletini anlatıyor. Stüdyonun az ilersindeki ucuz bir apartman dairesindeki entellektüel bir çift ise, hiç gelmeyecek olan bir işçi devriminin, (mutlak kurtuluşun) hayalini kurarak çay demlemekteler. Ah, hele şu devrim bir gerçekleşsin ne kadar mutlu olacağız. Bu arada, öküz antilopunun etlerinin bir kısmını sırtlanlar kaptı. Hiyerarşik sıra ile; çakallar, akbabalar ve böcekler de kendi ziyafet zamanlarını beklemekteler.

Hayat işte …
Orda, kapının ardında minik bir şeytan var. Belki de yatağınızın altında. Ama eğilip bakarsanız onu göremezsiniz, hemen kaybolur. O sadece, bakmadığınız zaman ordadır. Bakarsanız, sihir bozulur.

Belirsizlik.
Katlanamayız. Çok zor. Abartmıyorum. Çok ama çok zor.
Sanırım kimse onunla oyun arkadaşı olmak istemiyor. Çok dengesiz; davranışlarını önceden kestiremiyoruz.

***

Ama hayat, tüm güzelliği ile burda işte. Bu yaramaz çocuk, bu ele avuca avuca sığmayan fettan, bu tüm vaazları çöpe gönderen aykırı dindar … bu açıklanamayan, bu adlandırılamayan devinim.

Soru yok. Cevap da yok. Hadi dağılın !
Ben ben olanım.” Size seslendim, hâlâ anlayamadınız mı ?

Şurda birisi her şeyi anladığını söylüyor.
Onun ismini anlayamayanlar listesinin en başına yazın.

Ben gidiyorum.
Siz ister çalışın, isterseniz bahçeye çıkıp oynayın. Her iki durumda da kendi doğrunuz.

***

Toparlıyorum.
Belirsizliği de içeren bir belirlilik. (Veya)
Bize kısmen belirli gibi görünen bir belirsizlik.
Hangisi ?

Her iki durumda da, hayat bizimle.
Ve sanırım bunların ötesinde, evrenle/varoluşla ilgili bilgimiz ve bilincimiz arttıkça, şimdiden öngöremiyeceğimiz yepyeni ufuklara insan bilinci yelken açabilir.

Sadece umuyorum.

Saygılar

Levent Ertürk | Tabusal



1304 kez okundu. Yazarlar

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın

Yazarın diğer yazıları

Forrest Gump: Masumiyete Koşan Adam - 30/05/2018
........
Sodom ve Gomore Şehirlerinin Öyküsü - 01/02/2018
...
Tanrı Bumba - 25/08/2017
Bir Orta Afrika halkı olan Boshongo kabilesinin yaratılış miti. Boshongolar, Tanrı’ya “Bumba” derler.
Burada ve Şimdi Olan... - 01/08/2017
...
Apaçi Yerlilerinin Yaratılış Miti - 22/04/2017
Başlangıçta hiçbir şey yoktu. Ne yeryüzü, ne gökyüzü, ne Güneş, ne Ay …sadece karanlık her yeri kaplamıştı.
Mavi Peri - 12/02/2017
Biliyor musunuz, çocukluğumda okuduğum bazı çocuk romanlarının ne kadar değerli olduklarını, ne büyük bir emek ve sanat gücü ile yazıldıklarını ancak seneler sonra fark edebildim.
Krishnamurti’yi Okumak - 02/12/2016
Öyle görünmekte ki, bizlerden ayrılan bu kartal kendi göklerinde uçarken, yerde, pislikler ve çürümüş yiyecekler arasında milyarlarca böcek bitmek bilmeyen iştahlarının peşinden koşacaklar.
Samuray Savaşçılarında Çay Kültürü - 14/10/2016
Geleneksel Japon savaşçıları olarak bilinen Samuraylar, başlangıçta toprak ve çiftlik sahiplerini yağmacılara karşı korumak için kurulan paralı asker birlikleriydi.
Bukowski’yi seviyorum. - 10/04/2016
Kimse kusura bakmasın, böyle bir adam küfürsüz anlatılamaz. Bu serseri orospu çocuğu işi biliyor.
 Devamı