Levent Ertürk
Burada ve Şimdi Olan...
01/08/2017 Bruce Lee, (1940-1973) sadece bir aktör veya dövüşçü değil, aynı zamanda, bir hayat felsefesine bağlanmış ve onu uygulamış olan gerçek bir üstad. Önce, her ikisini de saygı ile anıp, denememde, bu iki insanın düşüncelerinin nasıl örtüştüğünü göstermeye çalışacağım. İlk olarak, Bruce Lee’den kısa bir alıntı yapıyorum: Geçmiş artık yok. Gelecek henüz yaşanmadı. “Burda” ve “şimdi” dışında hiçbir şey yoktur. Bizim öğretimiz uzaktaki belirsiz bir şeyi görmeye çalışmak değil, bizde olanı keşfetmek ve gerçekleştirmektir. (…) Öğrencilerime şunu söylemek isterim. İnsan yapısı tüm kalıplar adaptasyon ve esneme yeteneğini bir yere kadar taklit edebilirler. Hakikat ise bilinen tüm kalıpların ötesindedir. Müthiş! Açmak isterim. Düşüncelerimizi şekillendiren, biri dışta diğeri içte, iki etken bulunur. Dıştaki etken: İçinde bulunduğumuz toplumun üretim-tüketim ilişkileri ve buna bağlı gelişen hayat tarzı. İçteki etken: “Zamana” ve “bilgi depolamaya” endekslenmiş olan düşünce sistematiğimiz. Krishnamurti bu düşünce sistematiğinin çarpıklığı üzerinde çok durmuştur. Şimdi adım adım gidelim. Kapitalist üretim ve tüketime bağlı hayat tarzımız, hepimizi “bir şeyleri depolamaya, biriktirmeye, sahip olmaya” zorlar. Kimseyi kötülemiyorum. Bu, çok güçlü bir sistem ve bugüne kadar ona savaş açtığını söyleyen alternatif sistemler kapitalist yaşam tarzını güçlendirmekten başka işe yaramadı. Konunun ekonomik, siyasi yönü ayrı bir fasıl, hiç değinmiyorum ve zaten “ekonomi, siyaset” denen şeylerden zerre kadar anlamam. Anlamak da istemiyorum. Beni ilgilendiren, bu yaşam tarzının zihin üzerindeki etkisi. Şimdi, şu iki cümleye dikkatinizi çekerim: “Bu hafta sonu babam bana bisiklete binmeyi öğretecek” ve “İki sene içinde İngilizceyi iyi derecede öğrenmeyi planlıyorum.” Örnekleri geçmiş zamana da uyarlayabiliriz. “Fransa’da kaldığım süre içinde o dili orta derecede öğrendim” veya “Çocukken bir arkadaşım bana kuş evi yapmayı öğretmişti” gibi. Bu örneklerde önemli olan şey, bilgi’nin belli bir zaman dilimi içinde edinilmesi ve sonra zihinde depolanmasıdır. Bu, o kadar güçlü ve şartlayıcı bir alışkanlıktır ki, insanlar “hakikat” veya “gerçek” denilen şeyin de zaman içinde elde edilebilecek ve saklanabilecekbir şey olduğunu düşünmeye, daha doğrusu, zannetmeye eğilimlidir. Ne Bruce Lee, ne de Krishnamurti usta, bilgi sahibi olmayı küçük görmezler. Tersine, her ikisi de bilgili insanlardır. Bir tanesi, felsefesini vücuduyla da ifade edecek kadar ustalaşmış ve her gün düzenli idman yapan, sürekli olarak kendisini geliştiren bir sporcuydu. Diğeri ise felsefe, fizik, sanat ve psikoloji gibi alanlarda da eğitim almış büyük bir öğretmendi. Fakat, yine her ikisi de, bilgi edinmenin sınırının olduğu yeri farketmişlerdi. Denizden geçen bir gemiye baktığınızda gerçekte olan bir şeyi gözlemlemeye başlarsınız. (Bu bile tartışmaya açıktır ya, neyse…) Ama gemi geçip gittikten sonra, o gemiyi düşündüğünüzde, gerçek bir gemi deneyimini değil, belli bir “zaman” öncesinde zihninizde hapsetmiş olduğunuz bir bilgi parçasını, bir “projeksiyonu” belleğinize yüklemiş olursunuz. Oysa bu durumun artık o gemiyle bir ilgisi kalmamıştır. Gerçek, hakikat, hayat, oluş… ismine ne derseniz deyin, varoluş akar. Onu durdurabilmek mümkün değildir. Bilgi edinen bir zihin ise, dış dünyadan gelen veriyi alıp onu depoladığı anda, yaşayan bir şeyi ölü bir şeye dönüştürür ve öylece kaydeder. İşte burda temel çelişki ortaya çıkar. Bir şeyleri depolayan, saklayan, emniyet arayan, kendine kalıplar oluşturandurağan bir zihin; bunun tersine, bir şeyleri depolamayan, saklamayan, hiçbir emniyet kuralı olmayan, sırasında farklı hayatlara son verebilecek kadar güçlü bir canlılığı olan, sürekli akış içindeki hakikati kavrayamaz ve onu hapsedemez. Dolayısı ile, şu kadar sene çalışmakla hakikate ulaşılabileceği gibi düşünceler boştur. Çünkü hakikat, anlaşıldığı anda bile değişen bir şeydir ve hiçbir şekle sahip değildir. Krishnamurti’yi dinleyen ve bir ân önce “aydınlanmak” isteyen birisi, bunun ne zaman gerçekleşeceğini sormuştu. Krishnamurti şuna benzer bir cevap verdi: – Bayım, yaşam tarzınız sizi öyle şartlamış ki, siz hâlâ hakikati, alıp evinizde bir köşeye koyabileceğiniz bir tablo, bir biblo gibi düşünüyorsunuz. Hâlâ “onda olmak” yerine “ona sahip olmak” peşindesiniz. Lütfen anlayınız; ya onunla olursunuz, ya da onsuz olursunuz, ama sona sahip olamazsınız! “Aydınlanmak” isteyen şahıs, açıkça anlaşılmakta ki, kendi envanterine katacak yeni bir meta peşinde. “Hakikat = nokta nokta noktadır.” Bu yaklaşımın zavallılığını görebiliyor musunuz? Bu konuları hemen her tür kadim felsefe işlemiştir. Toltek yerlileri durağan bir bilginin yalan olduğunu ve hakikati zehirlediğini biliyorlardı. Onların inancına göre, Tanrı her ân rüya içinde rüya, akış içinde akış hâlindeydi ve “yasak meyveden” yiyen insan lanetlenmişti. Bunun sebebi, Tanrı’nın bir meyveyi saklaması veya kıskanması değil, “aydınlanmak” isteyen insanın “zaten kendinde olan, dinamik varoluş bilgisini” bırakıp, ölü ve durağan bir yalana inanması, gerçeği yalana feda etmesiydi. İşte bu yüzden şeytan, yani kendini bir kalıba sokmanın, her şeye sahip olma hırsı ile davranmanın sembolik gösterimi olan şeytan, yalanların prensi olarak anılmaktaydı. İnsan ise, varoluştan zaten kendinde olan bilgiyi, uzak ufuklarda aradığı için acı çekmekte ve hiçbir zaferle tatmin olamamaktaydı. Bruce Lee’nin yukardaki sözünü alıntılıyorum: Bizim öğretimiz uzaktaki belirsiz bir şeyi görmeye çalışmak değil, bizde olanı keşfetmek ve gerçekleştirmektir. Doğu gizemciliğinde de bir kalıbın esiri olmamak, aynı hakikati farklı pencerelerden seyredebilmek, akış içindeki her canlı ile sanki o canı kendi taşıyormuş gibi empati kurabilmek büyük önem taşır. İslam, Yahudi, Hind geleneklerinde sayısız şiir ve öyküde, “ânın farkına varmak“, “Hak’kı ele geçirmeye çalışmak yerine Hak’ka teslim olmak” temaları işlenmiştir. Sorun şu ki, insanların büyük çoğunluğu sadece kendi dinsel inanç ve ibadet disiplinlerini bildikleri için, diğer insanları inançsız, isyankar vs zannetmekte ve bu durum böyle sürüp gitmektedir. Hakikatin her an akmakta olduğunu, Kuzey Amerika yerlileri şu cümle ile ifade ettiler: “Yaratılış her ân devam etmektedir.” Bu cümlede, önceden gerçekleşen ve biten, donmuş bir sahne yerine, bizle birlikte olan bir devinim netlikle ifade edilmiştir ve bu yazıdaki ustaların yazdıkları ile aynı anlama çıkar. İnanç sorunu da bu bağlamda ele alınır. Bir şeye inandığınız anda, veya, inanç diyerek o şeyi dondurduğunuz ve bir tarife hapsettiğiniz anda, aslında o şeyi değil kendinizi tarif etmeye başlamış olursunuz. Bu anlamda, hakikatin tarifi olmaz. Eğer hakikati bir parça olsun kavrayabilmek mümkünse, bunun yolu, “sessiz, tarif etmeyen, anlamaya çalışmayan, hiçbir şeyi depolamayan” aktif, akışkan ve esnek bir zihinden geçer. Yazdıklarım sadece denemedir. Bir iddiam yoktur. Kusurum varsa, affoluna. Kaynaklar. |
Yorumlar |
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |
Yazarın diğer yazıları |
Forrest Gump: Masumiyete Koşan Adam - 30/05/2018 |
........ |
Sodom ve Gomore Şehirlerinin Öyküsü - 01/02/2018 |
... |
Tanrı Bumba - 25/08/2017 |
Bir Orta Afrika halkı olan Boshongo kabilesinin yaratılış miti. Boshongolar, Tanrı’ya “Bumba” derler. |
Apaçi Yerlilerinin Yaratılış Miti - 22/04/2017 |
Başlangıçta hiçbir şey yoktu. Ne yeryüzü, ne gökyüzü, ne Güneş, ne Ay …sadece karanlık her yeri kaplamıştı. |
Mavi Peri - 12/02/2017 |
Biliyor musunuz, çocukluğumda okuduğum bazı çocuk romanlarının ne kadar değerli olduklarını, ne büyük bir emek ve sanat gücü ile yazıldıklarını ancak seneler sonra fark edebildim. |
Krishnamurti’yi Okumak - 02/12/2016 |
Öyle görünmekte ki, bizlerden ayrılan bu kartal kendi göklerinde uçarken, yerde, pislikler ve çürümüş yiyecekler arasında milyarlarca böcek bitmek bilmeyen iştahlarının peşinden koşacaklar. |
Samuray Savaşçılarında Çay Kültürü - 14/10/2016 |
Geleneksel Japon savaşçıları olarak bilinen Samuraylar, başlangıçta toprak ve çiftlik sahiplerini yağmacılara karşı korumak için kurulan paralı asker birlikleriydi. |
Bukowski’yi seviyorum. - 10/04/2016 |
Kimse kusura bakmasın, böyle bir adam küfürsüz anlatılamaz. Bu serseri orospu çocuğu işi biliyor. |
Mavi Soluk Nokta hakkında... - 15/02/2016 |
1977 yılında ABD Güneş sistemini incelemesi için Voyager-1 aracını uzaya fırlattı. 1990 yılına gelindiğinde, bu araç daha önce hiçbir uzay aracının gidemediği bir uzaklığa varmıştı. |
Devamı |